Oğuz Atay hakkında kapsamlı bir monografi yazmış olan Yıldız Ecevit onun yaşamının üç evreye ayrılabileceğini söyler. Gençlik, evlilik ve yazarlık evreleri. Sonuncu evrede yoğun Anahtarkelimeler: Oğuz Atay, Türkiye’nin Ruhu, İnsan, Toplum, Devlet Abstract Oğuz Atay is one of theleadingwriters of theTurkish literature world. Despite his short life, he has influenced many writers and readers. Fort pense his reason, his writings have been the subject of numerous articles and writings. Systematic between writing, that Oğuz Atay hayatı. Oğuz Atay, 12 Ekim 1934'te Kastamonu'nun İnebolu ilçesinde dünyaya geldi. Babası, ağır ceza yargıcı ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) VI. ve VII. dönem Sinop, VIII. dönem Kastamonu vekili Cemil Atay'dır. İlk ve ortaokulu Ankara'da okuyan Atay, 1951'de bugünkü adı TED Ankara Koleji olan Ankara Maarif Kolejinden Hayatı Edebi Kişiliği, Eserleri. Oğuz Atay. Oğuz Atay (d. İnebolu, Kastamonu,1934 – ö. 13 Aralık 1977, İstanbul) Romancı, öykü ve tiyatro yazarı. 12 Ekim 1934’te Kastamonu İnebolu’da doğdu. 13 Aralık 1977’de İstanbul’da yaşamını yitirdi. Ortaöğrenimini 1951’de Ankara Maarif Koleji’nde tamamladı. 1957’de Dil, eleştiri ve ironi Oğuz Atay’ın en belirleyici edebi özelliklerindendir. Atay’ ın dille, o dili konuşanlarla ve o dille yazılanlarla bir meselesi vardır. Edebi eserlerinin tümünde dilin kullanımına ayrı bir hassasiyet göstermiştir ve bu yönüyle yazarın üslubu “biricik” tir. AFUnyyY. Oğuz Atay Kimdir? Kısaca Oğuz Atay, 12 Ekim 1934 tarihinde Kastamonu'da doğdu. Babası bir dönem milletvekilliği yapmış olan Cemil Atay, annesi ise ilkokul öğretmeni Muazzez Atay'dır. Yükseköğrenimini İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi'nde yaptı. Mezun olduktan sonra Yıldız Teknik Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1975 yılında ise doçent oldu. İlk romanı "Tutunamayanlar", büyük ses getirdi ve TRT Roman Ödülü'nü kazandı. Daha sonra "Tehlikeli Oyunlar" isimli kitabını yayınladı. 1975 yılında, hikayelerinin yer aldığı "Korkuyu Beklerken" kitabını ve Prof. Dr. Mustafa İnan'ı anlatan "Bir Bilim Adamının Romanı" kitabını yayınladı. Oğuz Atay, 13 Aralık 1977'de hayatını kaybetti. Enis Batur, Oğuz Atay'ı anlatıyor Oğuz Atay'ın çıkışı bile şaşırtıcı olmuştu İlk romanı "Tutunamayanlar" nice serüvenden sonra gün ışığına çıktığında, gerektiğinde iğneli bir dille dört dörtlük değerlendirmesini yapabildiği o klasik "edebiyat çevrelerimiz", alışılagelmiş ölçüleriyle yaklaştı ona ve yapıtına Yazar "aslında" mühendisti ve "biraz gecikmiş" olarak, 35 yaşında ilk ürününü verebilmişti, "üstelik bunun devamı da gelmeyebilir"di. Bu garip "selam"a kendine göre bir karşılık verdi Oğuz Atay 1977'de, 43 yaşındayken yüküne dayanamayıp terk ettiği dünyaya, topu topu 7 yıl içinde yazıp bitirdiği iki romanı, bir öykü kitabını ve bir oyunu, bitiremediği bir dördüncü romanın ve günlüğünün büyükçe bir bölüğünü bıraktı, kim bilir kaç güzelim tasarıyı kendisiyle birlikte götürdü. Oğuz Atay'ın tarihe, topluma ve insana bakışında Kemal Tahir'le bir hayli ortaklık taşıdığı söylenmiştir. Buna karşılık, edebiyata yaklaşımları, yapıtlarını kuruş biçimleri açısından pek az ortak noktaları vardır. İlle de bir yakınlık aramak gerekiyorsa, Oğuz Atay, eskilerden daha çok Halit Ziya'ya, çağdaşlarından ise bir hayli Leyla Erbil'e yakın bir çizgi geliştirmiştir. Batı edebiyatıyla ilgili olarak, Dostoyevski'den Joyce'a bir hayli yazarın adı gündeme getirilmiştir ama belirgin bir etkiden söz etmek güçtür; olsa olsa Joyce'la olan yakınlığı ciddiye alınabilir. Yazı tekniği açısından sınırlı değildi Oğuz Atay'ın repertuvarı Romanlarında "mektup" gibi klasikleşmiş ögelerden yararlandığı kadar 'iç monolog' gibi modern anlatım yollarını da kullandığı, üstelik bunları ustalıkla aynı anlatı gövdesinde uzlaştırdığı görülür. İlk romanı "Tutunamayanlar", bu açıdan eleştirilebilir belki Çok sayıda anlatım yolunun denenmesi bütünlüğü zedelemese bile dağınık bir örgü oluşmasına yol açmıştır. Ama sonradan, özellikle de öykülerinde son derece ekonomik, anlattıklarıyla tam anlamıyla örtüşen bir üsluba ulaşmıştı Atay; Ölümünden önce bitirebildiği son öykü olan "Demiryolu Hikayecileri"nde bu buluşma yetkin bir boyut kazanmıştı. Oğuz Atay'ın üslubunu ve kullandığı anlatım yollarını anlattıklarından soyutlamak elde değildir Kırgın,yaralı bir ses, yoğun ama gizli bir hüzün perdesinin önünden kara alaya ulaşır orada. Kişileri de öyledir Hemen tümünü "bir yerlerden tanırız" aslında, "bizden biri"dirler korkutucu biçimde, ya da bizimle her an dönüşebileceğimiz "insanlık durum"larıdır sayfaları çevirdikçe karşımıza çıkan. Bu, Mustafa İnan için de, "Beyaz Mantolu Adam" için de böyledir Bir uçtan ötekine giderken, yaşadığımız ve "sandığımız" gerçekler, tıpkı oynadığımız ve bizi oynayan oyunlar gibi Oğuz Atay'ın yarattığı "Türkiye Ruhu" freskosunun bütününe yerleşip okuru ürpertirler. Postmodern tarzda eser veren ilk yazar olarak nitelendirilen Oğuz Atay’ı hepimiz az çok tanıyoruz. Onun kim olduğunu tam olarak bilmesek bile, malum sosyal medya mecralarındaki paylaşımların altında ismini görüyor, hatta belki de adına bile bakmadan sözlerini paylaşıyoruz. Peki, özellikle de Tutunamayanlar ile akıllarda yer eden yazarın hayat hikayesini ve hakkındaki detayları öğrenemeye ne dersiniz? Babasının isteği üzerine mühendis olduğu için yazın hayatına 35 yaşındayken başlayabilen Oğuz Atay, sadece birkaç eser vermesine rağmen en önemli edebiyatçılarımız arasına girmiştir. Zira onun büyüklüğü; kitaplarının niteliğinden ziyade niceliğinden, üzerinden yıllar geçmesine rağmen kendisine hayran olan okurların sayısının sürekli artmasından kaynaklanmaktadır. Ruhsal çözümlemeleri, iç monologları, anlam arayışları, sorgulamaları, varoluş sorunları, ironisi, düşsel gerçekliği ve dahasıyla Oğuz Atay kimdir öğrenmek istiyorsanız, aşağıdaki yazıyı okuyarak başlangıç yapabilirsiniz. Oğuz Atay Kimdir? Kısaca Bilgi Oğuz Atay kimdir sorusuna kısaca; 1934 Kastamonu doğumlu roman, öykü, hikaye yazarı ve mühendistir, cevabı verilebilir. İçe kapanık bir çocuk olan Oğuz Atay, kitaplarla küçükken tanışmış, annesinin de yönlendirmesiyle sanatın pek çok farklı dalına ilgi duymuştur. Resim ve karikatür çalışmaları yapan yazar, lise yılarında tiyatroya da merak salmış fakat babasının “adam gibi meslek edinmesi gerektiği” düşünceleri ile mühendislik bölümünü bitirmiştir. Askerlik döneminde Vüsat O. Bener ile tanışarak, ilk edebi çevresini edinmiş, hem bir dostu hem de bir akıl hocası olarak gördüğü yazar ve şair Bener’le sık sık görüşmeye başlamıştır. Sonrasında iş hayatına atılmış, ilk evliliğini yapmış ve baba olmuştur. Ufak tefek yazı çalışmaları yapmasına rağmen ilk kitabını 1972 yılında yayımlayabilmiş ve ne yazık ki 1977’de bu dünyadan erkenden göçüp gitmiştir. Kısaca bahsettiğimiz Oğuz Atay’ın çocukluğu, gençliği, üniversite yılları, evlilik hayatı, eserleri ve daha fazlası hakkındaki ayrıntılara aşağıdaki başlıktan ulaşabilirsiniz. 12 Ekim 1934’te Kastamonu, İnebolu’da dünyaya gelmiş Oğuz Atay. Babası Cemil Bey, 3 dönem CHP milletvekilliği yapmış bir hukukçu, onunla daha çok ilgilenen annesi Muazzez Hanım ise bir ilkokul öğretmeniymiş. Ciddi ve otoriter bir baba olan Cemil Bey, oğlunun her zaman kendi istediği gibi yetişmesini istemiş. Mesela; oğlunun film izleyip, roman okumasını zaman kaybı olarak görüyormuş. Ya da benzeri şeyleri gereksiz olarak nitelendiriyormuş. Anne Muazzez Hanım ise tam tersine oğluna şefkatle yaklaşıyor, onu anlayan taraf olmaya çalışıyormuş. Birkaç yıl sonra aileye bir de kız kardeş katılmış. Ve Oğuz Atay, ilgiyi paylaşamayan hemen her tek çocuk gibi kız kardeşi Okşan Ögel’i istememiş. Hatta kardeşini bohça diye tanımlayarak, onun neden hala evde olduğunu sorarmış. Okşan’ı kıskanan Oğuz Atay’ın kardeşiyle ilgili bir diğer anısı da ilkokulda öğretmeninin “kardeşini kıskanan var mı” sorusuna parmak kaldıran tek öğrenci olmasıymış. Anlayacağınız; kıskanç bir ağabey olmasına rağmen hislerini söyleyecek kadar da dürüstmüş tutunamayan yazarımız. Oğuz Atay’ın Memuriyet Dönemi; Okul öncesi hayatı İnebolu’da geçen Atay, babasının 6. dönem milletvekilliğine seçilmesiyle birlikte Ankara’yla tanışmış. 1940 yılında ise evlerinin yakınlarındaki Devrim İlkokulu’na başlamış. Annesinin verdiği eğitimle okuma yazmayı daha önceden öğrenmiş olan çocuk, okula 2. sınıftan başlamış. Çekingen bir çocuk olarak ilkokulu bitiren Atay, ortaokul döneminde ise dünya edebiyatından ünlü isimlerin eserlerine merak salmış. Oscar Wilde, Stendhal, A. J. Cronin, Pitigrilli gibi daha pek çok edebiyatçının kitabını okumuş Oğuz Atay. Ayrıca, daha sonra verdiği bir röportajda da en sevdiği yazarların Kafka ile Dostoyevski olduğunu söylemiş. Lise yıllarında resme ve tiyatroya ilgi duymaya başlayan Oğuz Atay’ın öğretmenleri onu sanat akademisine yönlendirse de o babasının baskısı yüzünden mühendislik okumayı tercih etmiş. Çünkü hem resimde hem de tiyatroda yetenekli olan Atay’ın babasına göre güzel sanatlar karın doyurmak için yeterli değilmiş. Doğru düzgün yaşayabilmek için sözüm ona adam gibi bir meslek edinilmeliymiş. İşte bu nedenle de not ortalamasıyla mezun olduğu Ankara Koleji’nden sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’ne girmiş. Arka sıralarda sessiz sakin bir öğrencilik hayatı geçiren Oğuz Atay, arkadaşı Turhan Tükel sayesinde Marksizm’le tanışmış. Hegel, Lenin gibi isimlerin eserlerini okuyan Oğuz Atay, bu dönemde solcu çevreler içerisine girmiş. Mezuniyetinin ardından 1957’nin Aralık ayında Ankara’ya askere giden genç, Cevat Çapan ve Vüsat O. Bener ile tanışmış. Böylece edebi kişiliklerin ortamlarına dahil olarak Sosyalist-Marksist eğilimli Pazar Postası için yazmaya başlamış. Genellikle çevirilerden oluşan imzasız yazıları yayımlanan Pazar Postası’na; Doğan Avcıoğlu, Orhan Duru, Cemal Süreya, Fethi Naci, Turgut Uyar, Can Yücel, Yılmaz Güney, Fikret Hakan, Attila İlhan gibi isimlerin destek olduğunu da ayrıca belirtmek isterim. 1959’un Mayıs’ında terhis olup İstanbul’a dönen Oğuz Atay, Denizcilik Bankası TAO’da kontrol elemanı olarak işe başlamış. Fakat daha sonra istifa ederek, İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nde günümüzde Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi olmuş. Akademik hayatının yanı sıra yazı işlerine de devam eden Atay, Pazar Postası’nın İstanbul’a taşınmasıyla yine aynı derginin ekibinde yer almış. Dergi ekonomik sorunlardan dolayı kapatıldığında, Oğuz Atay arkadaşlarıyla birlikte Olaylar isimli bir dergi çıkartmak için kolları sıvamış. Fakat karşılaşılan engeller neticesinde, planları gerçeğe dönüştürülememiş. Kısa süre sonra, üniversite son sınıftayken tanıştığı Fikrîye Fatma Gürbüz ile görüşmeye başlamış. Uğur Ünel’in de arkadaşı olan genç kadına evlenme teklif eden Atay, 2 Haziran 1961’de Gürbüz ile nikah masasına oturmuş. Bir sene içerisinde de kızları Özge dünyaya gelmiş. Fakat Oğuz Atay, evliliği süresince hep bir şeylerin eksikliğini hissetmiş. Kendisini yeniden kitapların dünyasına kaptırarak, birlikteliğini 6 yıl sürdürebilmiş. 1967 yılında eşinden ayrılan Atay, arkadaşı Uğur Ünel’in eski eşi Sevin Seydi ile yakınlaşarak onunla aynı evde yaşamaya başlamış. Ve birkaç yıl sonra yayımlanacak ilk iki kitabını da bir ressam olan Sevin Seydi’ye ithaf etmiş. Zaten kitabın kapak resmi de Seydi’nin elinden çıkmış. 1970 yılında kitabını bitiren Atay, Tutunamayanlar’ı ilk olarak hem arkadaşı hem de ustası olarak gördüğü Vüsat O. Bener’e okutmuş. Aynı yıl TRT Roman Ödülü’nü kazanan yazarın kitabı ilk kez 1972’de yayımlanmış ama beklenen ilgiyi görmemiş. Kitabın gerçek değeri ancak Atay’ın vefatından sonra anlaşılmış, özellikle de yazarın hayali arkadaşı Olric’li diyalogları insanların en sevdiği alıntılar haline gelmiş. İlk Eşi ve Kızı ile Birlikte; 1969 ile 1972 yılları arasında Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi’de son okuyucu olarak çalışan Atay, Tutunamayanlar’ın hemen ardından Tehlikeli Oyunlar’ı yazarak 1973’te ikinci kitabını yayımlamış. Romandaki başkarakter Hikmet Benol de tıpkı Selim Işık ve Turgut Özben gibi sorgulayıp anlam aramaya çalışan kişilerdir. İlki gibi ikincisi de fazla ilgi görmeyen romanından sonra, Pakize Kutlu ile yakınlaşarak 1974 yılında Kutlu’yla ikinci evliliğini yapmış. 1975 yılında ailesinin isteği üzerine eski hocası Prof. Dr. Mustafa İnan’ın biyografisini yazarak yayımlamış. Aynı yıl Korkuyu Beklerken isimli öykü kitabı ile Oyunla Yaşayanlar isimli tiyatro oyununu kaleme almış. Eserleri post modern olarak nitelendirilen yazari yarım kalan kitabı Eylembilim’den ise 1976 tarihli günlüğünde bahsetmiş. Bu sıralarda sürekli rahatsızlanmaya başlayan Atay’ın beyninde iki adet tümör olduğu anlaşılmış. Tedavi olmak için Londra’ya giden yazar, 22 Aralık’ta Atkinson Morley’s Hospital’a yatırılmış. Burada bir dizi ameliyat geçirmesine rağmen, tümörlerden yalnızca bir tanesi alınabilmiş. Tedavinin ardından Türkiye’ye geri dönen Oğuz Atay, 13 Aralık 1977’e kadar dayanabilmiş. Ve ünlü kişiliğin son gecesinde söylediği son sözlerinde bile muziplik yapmış. Şöyle ki Atay, 13 Aralık’ta bir dostlarının evinde arkadaş grubuyla birlikteymiş. Banyoya gittikten sonra bir süre çıkmayan Atay’ı merak eden arkadaşlarının ona seslenmeleri üzerine yazar, “Sevinmeyin, daha ölmedim.” diye cevap vermiş. Rahatlayan dostları bu sözler karşısında gülüşseler de kısa süre sonra Atay’ın o banyoda hayatını kaybettiği anlaşılmış. 44 yaşında hayata veda eden edebiyatçının cenaze töreni ise 15 Aralık 1977’de yapılarak, naaşı Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği’ne defnedilmiş. Ölümünden yıllar sonra da günlüğü ve yarım kalmış kitabı Eylembilim yayımlanmış. Ve hayattayken istediği gibi anlaşılamayan yazarın eserleri, bu dünyaya veda ettikten sonra gittikçe daha çok popülerlik kazanmış. Postmodern tarzda eser veren ilk yazar olarak nitelendirilen Oğuz Atay’ın kitapları, yıllar içinde defalarca basılmış. Ayrıca eleştiri, mizah ve ironi barındıran eserler veren başarılı kişilik için 2007 yılında Oğuz Atay Edebiyat Ödülleri verilmeye başlanmış. Oğuz Atay Eserleri Yukarıda da belirttiğim gibi Oğuz Atay, geç başladığı yazın hayatına erkenden veda ettiği için çok fazla eser verememiştir. Fakat yine de en çok okunan yazarlardan bir tanesi olmuştur. Aşağıdaki başlıklardan Oğuz Atay’ın kitapları hakkında kısaca bilgi edinebilirsiniz. Tutunamayanlar 1972 İlk kez 1972 yılında yayımlanan Tutunamayanlar, postmodern edebiyatın ilk örnekleri arasında gösterilmektedir. Modern şehir hayatı içerisindeki bireyin yalnızlığını, topluma ayak uyduramayışını vurgulayan kitap için Oğuz Atay “Tutunamayanlar ile insanı anlatmayı düşündüm” demiştir. Kitaptaki başlıca karakterler, Atay’ın kendi hayatındaki kişilerden ilham alarak yarattığı Selim Işık, Turgut Özben, Süleyman Kargı ve diğerleridir. Atay en iyi kitaplar listesi arasında da yer alan kitabında; Turgut Özben’in arkadaşı Selim Işık’ın intiharından sonra onu tanımak için verdiği uğraşları ve Selim’in tutunamayan karakterini nasıl olup da göremediğini iç monologlar, düşsel ögeler ve ironilerle anlatmaktadır. Hele de Turgut Özben’in kafasının içindeki Olric ile kurduğu diyalogları, günümüzde en sevilen kitap alıntıları haline gelmiştir. Tehlikeli Oyunlar 1973 Romanın kahramanı Hikmet Benol, gerçekleri araştırırken, bu şekilde davranmanın toplumu yönetenlerin dikkatini çektiğini anlamıştır. Bu nedenle de oyun oynuyormuş gibi davranmaya başlıyor. İç konuşmalar ve imgelerle dolu olan roman, ayrıca tiyatroya da uyarlanmış, postmodernizmin ilk örneği olarak kabul edilmiştir. Bir Bilim Adamının Romanı 1975 1975 yılında yayımlanan Bir Bilim Adamının Romanı, en iyi biyografi – otobiyografi kitapları listesinde ilk sıralarda yer almaktadır. Mustafa İnan’ın hayat hikayesinin anlatıldığı kitapta, başarılı kişiliğin çektiği zorluklar, azmi ve nasıl bir bilim adamı olduğu, Oğuz Atay’ın kendine has üslubuyla okuyucuya ulaştırılıyor. Korkuyu Beklerken 1975 Sekiz hikayeden oluşan bu öykü kitabı, 1975 yılında yayımlanmış. Beyaz Mantolu Adam isimli öyküyle başlayan kitap, Unutulan, Korkuyu Beklerken, Bir Mektup, Ne Evet Ne Hayır, Tahta At, Babama Mektup ve Demiryolu Hikayecileri – Bir Rüya isimli hikayelerden oluşmaktadır. Oğuz Atay’ın bu eseriyle ilgili bir diğer bilgi ise Beyaz Mantolu Adam öyküsünü kısa film olarak çekmesi ve film kaybolmasıdır. Oyunlarla Yaşayanlar 1975 Oğuz Atay’ın yazmış olduğu tek tiyatro oyunudur. Hayattayken sahnelenmesini çok istemiş ancak bu isteği gerçekleşmemiştir. Ölümünden sonra sahnelenen bu oyundaki karakterler hayatı bir nevi oyunmuş gibi görürler. Olay döngüsü, emekli bir tarih öğretmeni olan Coşkun ve ailesi etrafında ilerlemekte, Oğuz Atay ironisi ve zekasıyla izleyiciye romanlarında yaşattığı aynı hisleri yaşatmaktadır. Günlük 1987 1987 yılında yayımlanan günlük ise Oğuz Atay’ın düzenli olmasa da 7 yıl boyunca yazdığı notlarından oluşmaktadır. Okunduktan sonra Oğuz Atay’a olan hayranlığı arttıran Günlük, yazarı daha yakından tanımak isteyenlerin kesinlikle okuması gereken bir kitaptır diyebilirim. Günlüğüne, o zamanlar birlikte olduğu Sevin’in yurt dışına çıkmasından dolayı yalnız hissettiğini belirterek başlayan yazar, son sayfalarda ise hastalığından ve geç başlayıp erken bırakmak zorunda kalışlarından bahsetmiştir. Eylembilim 1998 Oğuz Atay’ın tamamlanmamış eseridir. İlk kez 1998 yılında yayımlanmış olup, Oğuz Atay’a özgü ironinin bütün inceliklerini içermektedir. Gerçi Eylembilim ilk kez Günlük’te yer almıştır. Fakat 1998 yılında eserin 74 sayfası daha bulunduğunda, ayrı bir kitap olarak yayımlanmıştır. Üniversitede profesörlük yapan Server Gözbudak’ın başkahraman olduğu romanda, sağ – sol çatışmaları, doğrular, yanlışlar ele alınmaktadır. Oğuz Atay Sözleri Oğuz Atay’ın sözlerini paylaşmadan bu yazıyı nasıl bitirebilir ki, değil mi? İşte çoğumuzun düşüncelerine ayna tutan Oğuz Atay sözleri Ve her defasında bırakmak zorunda kaldık… Ne yaparsan yap, acı kaçınılmazdır. Ve en iyi kitap alıntıları arasında da yer alan bir Oğuz Atay sözü daha. Düşünceleri yüzünden acı çektiğini anlatan yazar, onları cam kırıklarına benzetmiştir. Hangimiz duymuyoruz ki o özlemi? Tamam, herkesin özlem nedeni farklı belki ama sonuç hep aynı. Tutunamayanlar’ın en çok tutulan alıntılarından bu da! 44 yaşında hayata veda eden Oğuz Atay, tutunamayanların düşüncelerini kaleme almış, modern yaşamın içinde kaybolmuşların hislerini tercüme etmiştir. Her eserinde farklılığını ortaya koyan Atay, yaşıyorken hak ettiği değeri görememiş ama daha sonra en çok okunan yazarlardan biri olmuştur. Oğuz Atay, ilkokul öğretmeni Muazzez Zeki Hanım ile Kastamonu kökenli hukukçu ve CHP eski milletvekillerinden Cemil Atay’ın evliliğinden, 12 Ekim 1934’te İnebolu’da dünyaya gelir. Babası, Cumhuriyet’in ilk kuşak aydınının özelliklerini taşır; misyonundan emin, şaşmaz adımlarla yolunda ilerleyen, öğreten, eğiten, yol gösteren biridir. Oğuz Atay’ın çocukluk ve ilk gençlik dönemleri üzerinde, annesi Muazzez hanım kadar etkili olmasa da, hayatının önemli kararlarını babası yüzünden ertelediği bilinir. Lise yıllarında resim ve tiyatroya duyduğu ilgiye ve resim öğretmeninin onu sanat akademisine yönlendirme çabasına rağmen, babası O’nu doktorluk veya mühendisliğe yönelmesi gerektiği konusunda katı bir şekilde uyarır. Oğuz Atay’ın 5 Unutulmaz Eserinden Etkileyici Alıntılar yazımıza da göz atabilirsiniz. Annesi, babası ve kızkardeşiyle, 1940’lı yılların başı Oğuz Atay, babasının ölümünden iki yıl sonra, hikaye ve mektup formunun dışına çıkarak yazacağı Babama Mektup adlı otobiyografik metinde şunları yazar “Birlikte yaşadığımız günlerde, bütün beğenilerim sana karşı duyduğum tepkilerle oluştu. Sen klasik Türk müziğini goygoyculuk olarak niteledin; Batı müziğine tepkini de sadece kapat şunu biçiminde gösterdiğin için, ben her ikisini de sevmeyi görev saydım kendime. Kültür hakkında öteki yargıları da pek iç açıcı değildi. Özetle, çevrendeki her şeyi kesin çizgilerle ikiye ayırdın. Bu bakımdan da sana benzediğimi itiraf etmeliyim. Dünyada yalnız güzellerle çirkinler vardı, bir insan ya akıllıydı ya da aptal, senin gibi başını dik tutmasını bilemeyen bütün insanlar dalkavuktu; sana benzemeyen kibar davranışlı insanları da züppelikle suçlardın. Biz -annemle ben- sana itiraz ederdik; fakat ben farkına varmadan senin orta yola fırsat vermeyen bu acımasız sınıflamalarını benimsemişim babacığım. Üstelik -en kötüsü de bu galiba benim için- böyle olduğumdan gizlice memnunluk duyar gibiyim ki, işte asıl buna dayanamıyorum; çünkü ben babacığım, biraz da duygularımın romantik bölümünü, sen kızacaksın ama, annemden tevarüs ettim.” Babama Mektup, Korkuyu Beklerken adlı öykü kitabında yer alır. Annesi, yeğeni Firuzan ile Anne Muazzez Hanım, oğluna düşkündür, bu ilgide Atay’ın küçük yaşta geçirdiği zatürrenin de payı büyüktür. Hayatının geri kalan kısmını hep etkileyecek olan bu hastalık, ilkokul yıllarında ilgi duyduğu atletizmden de koparır onu. Yıldız Ecevit, Ben Buradayım isimli kitabında, bu durum için şöyle bir saptamada bulunur “Oğuz Atay’ın çocukluğunda geçirdiği bu hastalık büyük bir olasılıkla, onun iç dünyasında yaşadığı çevreye yabancılaşma olgusunun ruhbilimsel nedenlerinin gerisindeki fizyolojik kökenli kaynağın kendisidir.” Kız kardeşi Okşan Ögel de, “Oğuz çok sakindi, bir kız çocuğu gibiydi” diyerek Yıldız Ecevit’i bu konuda doğrular aynı kaynakta. Babasının milletvekili seçilmesi nedeniyle, beş yaşında ailesiyle Ankara’ya gelen Atay, daha ilkokula başlamadan okuma yazmayı öğrendiği için ilkokula ikinci sınıftan başlar. 40’lı yılların ortasında daha sonra Ankara Koleji’ne dönüşen TED Yenişehir Lisesi’ne girer. Atay’ı kültürel anlamda bu dönemde yönlendiren kuzeni Füruzan’dır, klasikleri ilk onun önerisiyle okumaya başlar. Bu yıllarda karikatür de çizer, Atay’ın ince mizah anlayışı daha sonra yazacağı kitaplarda da kendini gösterir. 1950-51 ders yılı sonunda veda müsameresinde, rejisörlüğünü tiyatro oyuncusu Agâh Hün’un üstlendiği Shakespeare’in Hırçın Kız isimli oyununda oynar. Oğuz Atay’ın 1950-1951 dönemine ait Meşale yıllığına çizdiği karikatür Bir diğer tutkusu olan resim, lise sıralarında ilgi duyduğu bir alandır. Resim öğretmeni onun çizimlerini beğenir, resme yönelmesi konusunda tavsiyelerde bulunur. Türk resminin önemli iki ismi Turgut Zaim ve Eşref Üren’den resim dersleri alır, ancak babası güzel sanatların karın doyurmayacağını söyleyince Üren, “Babana söyle, sana köşe başında, işlek bir yerde bir bakkal dükkanı açsın o zaman. İyi para kazanırsın” der. Okul yıllığı Oğuz Atay’ın içinde ukde olarak kalan ressamlık arzusu, yıllar sonra Tutunamayanlar romanının karakteri Selim’in ağzından açığa çıkacaktır “Üç çeşit meslek varmış Mühendislik, doktorluk, bir de hukukçuluk. Ben ressam olmak istiyordum. Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.” Oğuz Atay 1951 yılında liseyi bitirip İTÜ sınavlarına girer ve İnşaat Fakültesi’ni kazanır. Ailesiyle beraber İstanbul’a taşınırlar. Mühendisliğe daha başından itibaren ilgisizdir. Üniversite yıllarında sosyal konulara da ilgi duymaya başlar. Marksizmle tanışır. Marks’ın, Hegel’in, Lenin’in kitaplarını okur. Sonraki yıllarda birlikte gazetecilik maceralarına da atılacağı sınıf arkadaşı Turhan Tükel’in büyük etkisi vardır onun bu yönelimde. 1957’de üniversite mezuniyetinin ardından, askerlik hayatı başlar. Askerliğinin ilk altı ayını İstanbul’da, geri kalan dönemini ise Ankara’da yedek subay olarak tamamlar. Yeni bir çevre edinir, geneli İstanbul’daki solcu tanıdıkların uzantısı olan, Ankara’daki Pazar Postası grubu çok heyecanlı gelir Oğuz Atay’a. Solun sindirildiği yıllarda, sosyalizmin sakınımlı da olsa tartışıldığı ilk yayın organlarından biridir Pazar Postası. Turgut Uyar, İlhan Berk, Cemal Süreya, Orhan Duru, Ceyhun Atuf Kansu, Fethi Naci, Muzaffer Erdost, Ülkü Tamer, Ece Ayhan, Güner Sümer, Korkut Boratav, Yılmaz Güney, Can Yücel, Tarık Dursun, Fikret Hakan, Asım Bezirci, Attila İlhan ve Ahmet Oktay’dan oluşan çok geniş bir yazar yelpazesi vardır Pazar Postası’nın. Pazar Postası’ndaki yazılarından biri Yedek subay Atay, çoğunlukla üniformasıyla gelmektedir bu toplantılara. Pazar Postası’nda ilk imzasız yazılarını yayımlatır ve Batı’da yayımlanmış sosyalist içerikli makaleleri çevirerek işçiler ve devrim konularını başlıklara taşır. Öldükten sonra bulunamayan, Ne Yapmalı adını taşıyan bir metin kaleme alır o dönem. Birey sorununu, Marksist öğreti normları içinde ele alan metin, Lenin’in, Çernişevski’nin yazdıklarından farklıdır. Dünyayı değiştirmek niyetinde değildir, bireyi değiştirmek ister sadece. Ankara’da, asker arkadaşı Cevat Çapan sayesinde Vüsat O. Bener ile tanışır. Ankara’da bulunduğu süre boyunca sık sık Bener’in evine gider, onunla uzun sohbetler eder, ruhsal dünyasını ortaya koyar, sıkıntılarını paylaşır. Vüsat O. Bener o dönemi şöyle anlatır “Benimle ilişkisi aman ne dost ne insan adam bazında değildi. Çarpışacağı, tartışacağı bir adam olarak ilgisini çekmiştim.” 1959 yılının Mayıs ayı sonunda askerlik görevini bitirip İstanbul’a döner. Denizcilik Bankası TAO İstanbul Şehir Hatları İşletmesi Müdürlüğü’nde aynı yıl işe başlar. Tamir ve kontrol elemanı olarak Kadıköy Vapur İskelesi’nin yapımında çalışır. Görevinden istifa ettikten sonra İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi şimdiki Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Bölümü’nde öğretim üyesi olur. 1960’lı yıllara geldiğimizde ülkedeki siyasi çıkmaz derinleşir, Pazar Postası beraberinde sol örgütlenmeyi değil, siyasi bir hayal kırıklığını getirir. Yeni bir dergi oluşumuna giderler. Bu işi üstlenenlerden biri Turhan Tükel, diğeri de Oğuz Atay olacaktır. Yeni dergi, solcu çevreden kırk kişiyi toplar çevresine ilk safhada, giderek kalabalıklaşırlar. Olaylar Dergisi, olaylı bir şekilde, gruptan birçok kopmanın ve verilen sözlerin gerçekleşmemesinin ardından dağılır. Derginin kapanması Atay’a, yaşamında içtenlikle bağlandığı kimi değerleri sorgulatır, ülkesinin aydınına duyduğu güveni sarsar. Oğuz Atay, üniversite son sınıftayken tanıştırıldığı, kendisinden 5 yaş büyük Fikriye Fatma Gürbüz’le uzun bir aradan sonra tekrar görüşmeye başlar. Fikriye Gürbüz, aynı zamanda Uğur Ünel’in de arkadaşıdır. 2 Haziran 1961’de evlenirler, 6 yıl sonra da ayrılırlar. Evinden ayrılırken yalnızca kitaplarını alır Oğuz Atay ve bir daha hiç görüşmezler. “Evet sana önemli bir haberim var; evleniyorum. Bizim bazı davranışlarımız galiba çok benziyor. Ben de senin gibi bu haberi bir mektupla veriyorum. Senin yaptığın gibi uzun bir “yazışmama” devresi sonunda bu sessizliği bozarak seni-bana da öyle olmuştu- şaşırtıyorum. Daha başka benzeyişler var. Evleneceğim kızı daha önce tanıyordum. Fakat uzun zamandır görüşmüyorduk. Bir gün ona -yalnız yolda değil- sinemada rastladım. konuştum. Sonra… sonrası belli. Bu cümle çok söylenmiştir, ama yeniden yazılabilir Evlenme kararı verdik. Belki şu satırları okurken “Sen de mi?”, “Yok canım”, “Vah! vah!” benzeri sözleri aklından geçireceksin. Eksik olmasınlar, buradaki arkadaşlar bu sözlerin öyle varyasyonlarını buldular ki, senin yeni bir şey söyleyebileceğini sanmam. Onun için ciddi ve “meselenin ehemmiyetine müdrik!” fikirler beklerim senden.” “Sonra biliyor musun ben saadetten hoşlanıyorum. Onun için de evleniyorum. Saadetten derken güzel ve yumuşak bir şeye dokunuyor gibi oluyorum. Bir insanın idam edilişini düşünmekten ne kadar hoşlanmıyorsam, saadetin kelimesini bile düşünmekten de o kadar hoşlanıyorum. Kendimi ölçtüm, biçtim, meziyetlerimi, kusurlarımı düşündüm. Sonra karar verdim Benim bu halimle birçok insandan daha fazla mesut olmaya hakkım var. Pek öyle kötü bir adam sayılmam, ne dersin?” Oğuz Atay’ın 19 Mayıs 1961’de arkadaşı Afşin Baysal’a yazdığı mektuptan “61’de evlendik. 62’de Özge doğdu. İşyerim vardı. Çocuk ve iş arasında mekik dokuyordum. Keşke onunla ilgilenseydim. Okudukları, yazıp ettikleriyle. Gelip bir yere dayanmıştık. O, bu duvarın ötesine geçmek, özgür kalmak istedi. Ben de üstelemedim. Gitmek istiyordu. Hayır, hayır, merak etmedim hiç ondan sonraki hayatını. Ama ne yapacağını, neler yazabileceğini düşünmedim değil. Tanışmamız şöyle oldu Aynı burada sizinle oturduğumuz gibi. Ben buradaydım, o da, tıpkı sizin gibi karşıdan bana bakarak geldi. Bir arkadaşımız vasıtasıyla tanışmıştık. Birbirimizi ilk kez görüyorduk. Hep o konuşmuştu. Güzel bir insan, diye geçirmiştim içimden.” “Yazdıkları hayatımızdı, hepimiz, Türkiye vardır orada. Geçenlerde Tehlikeli Oyunlar’ı yeniden okudum, daha çok anladım, daha çok kendimi buldum o romanda.” Fikriye Gürbüz’ün, Cumhuriyet Dergi’de Feridun Andaç’la 2002’de yaptığı röportaj Tehlikeli Oyunlar’da, Oğuz Atay’ın yaşadıkları roman kahramanın içinde yankılanır adeta “Ben suçluyum… Bir zamanlar seni sevmiştim. Ve sevgiyi senin suretinde yaratmıştım. Bu kalbin birini sevmeye ihtiyacı vardı. Ve sen bunu anlamadın. Ve bana eziyet ettin. Ve eziyet ettiğini bilmedin. … ve sana izin verdim ki, bilmeden yaptığın eziyet artsın. Ve sonunda artık dayanamıyorum diyebilmek için ben de bilmeden bu oyunu oynadım sana.” Eşi ve kızıyla Eşinden ayrıldığı 1967 yılında bir başka başarısız girişim yüzünden sıkıntıya düşer. Arkadaşı Uğur Ünel ile kurdukları Betonar şirketi borçları yüzünden varlığını sürdüremeyecek durumdadır, şirket kapatılır. Uğur Ünel ile Oğuz Atay’ın ölümüne dek geçen 25 yıllık süre içinde, attıkları adımlar, paylaştıkları zevkler ve sıkıntılar hep ortak olacaktır. Turhan Tükel, Atay ve Ünel arkadaşlığını, Oğuz’un yaşamındaki sıfır noktası, milad diye nitelendirir. Tükel’in bu saptamasında gerçek payı büyüktür. Oğuz Atay’ın karşı cinsle geçtiği dönemeçlerde evliliği, boşanması, ya da yaşadığı büyük aşkı Uğur Ünel’in bir biçimde rolü olmuştur. Oğuz Atay, Uğur Ünel, eşi Sevin Seydi ve müzisyen arkadaşları Özen’le birlikte Klan adını verdikleri bir grup kurarlar. Kendilerini burjuva düzeninden korumalarına yardım eden, istedikleri yaşamı kurmaya cesaretlendirecek bir gruptur. Sonraki yıllarda her ne yaşanırsa yaşansın, asla birbirlerine sırt çevirmezler ve Klan’ın dağılmasına asla izin vermezler. Kızı Özge ile Oğuz Atay, Uğur Ünel’in eski eşi Sevin Seydi’yle Beyoğlu’nda aynı evi paylaşmaya karar verir. 1968 yılının başlarında Tutunamayanlar’ın ilk sayfalarını yazmaya başladığında ise, Sevin Seydi bir sığınak olur onun için. Bir yıl gibi kısa bir sürede romanın yazımını bitirir ve ilk iş olarak Vüsat O. Bener’e okutur dosyayı. Bener, genel olarak beğenmekle birlikte, bazı çekinceler ileri sürer ve kısaltmasını ister romanını; ama Oğuz Atay tek bir satırını bile değiştirmekten yana değildir. Ancak daha sonra, çalışmaya ve eksiltmeler yapmaya ikna olur ve 1970 yılı TRT roman yarışmasına yetiştirir. Beklediği gibi ödül alsa da, kalınlığı bahane edilerek geri çevrilir pek çok yayınevinden. En sonunda bir yayıncı bulunur ve kitap iki cilt halinde 1971 yılının Aralık ayında ilk kez yayımlanır. Yıldız Ecevit, Ben Buradayım Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası adlı kitabında şunları yazar “Sevin Seydi, çok okuyan, zeki ve entelektüel bir kızdır. Ufak tefek ve esmerdir, klasik ölçütlere göre güzel denemeyecek bir fiziksel görünüme sahiptir. Ancak üst düzeyde gelişmiş yaratıcı artistik yapısı ve rafine beğeni düzeyi aracılığı ile etkileyici bir kadına dönüşür. Büyüsel bir çekim gücü ve kendine özgü bir havası olan, çevresinde yarattığı karizma aylasının oluşumunda en önemli rolü güçlü zekası ve kültür birikiminin oynadığından kimsenin kuşkusu yoktur.” Oğuz Atay, Tutunamayanlar’ı ve Tehlikeli Oyunlar’ı adadığı kişi, her iki kitabın da kapaklarını tasarlayan, ilk eseri Topoğrafya’nın içindeki çizimlerin de sahibi, Günlükler’de adını sık sık geçirdiği Sevin Seydi’dir. “Yazdığım ilk kitabın adı Topoğrafya’dır. Sonra Tutunamayanlar romanını yazdım. Edebiyatçılar vitrinlerde ilk kitabımı gördükleri zaman çok gülüyorlar; akademideki bazı hocalar da roman yazdığımı duyunca acıma duygularını buna biraz istihza da karışıyor gizleyemiyorlar. Tutunamayanlar’ı 1968’de yazmaya başladım ve bir yılda bitirdim. Romanın başlıca kahramanları nedense mühendistir, hem de inşaat mühendisi. Ve nedense, mühendis oldukları halde tutunamamışlardır. Kitabı 1969’da birçok bölümünü değiştirerek, çıkararak ya da yeni bölümler ekleyerek baştan yazdım. 1970 TRT yarışmasına gönderdim ve başarı ödülü aldım. Bugün, romanın kahramanlarından ayrılarak, tutunmaya başladığımı söyleyenler var. Oysa, kitabımı bastırmak için, bir yıl kadar, teksir olarak 500 sayfaya yakın ağır bir kütleyi kitap olarak 663 sayfa Bab-ı Ali yokuşunda dolaştırdım durdum. Tutunamayanlar’ı yayımlamakla inşaat mühendisleri topluluğuna ne gibi bir hizmette bulunduğumu bilemiyorum; fakat eleştirmenler topluluğunun başına oldukça büyük bir dert açtığımı sanıyorum. Kitabı iyi ya da kötü bulduklarını bilmiyorum; fakat günlük bunca endişe içinde, sonuna kadar okumanın zorluğunda birleştiklerini sanıyorum. Kitabın alaycı bir dille yazıldığı ve çok karamsar olduğu söyleniyor. Ben sanıldığı kadar karamsar değilim; sayfaları şöyle bir karıştıranların dedikodularına kulak verilmeden okunursa, romanın hakkında başka türlü düşünüleceğine güveniyorum. Okuyucunun, Tutunamayanlar’ı, başka romanlarımızdan oldukça farklı bulacağını sanıyorum; fakat bu işten anlayanların, romanı, ilk çalışmam olan Topoğrafya ile karıştırmayacaklarına da inanıyorum.” 1972’de İnşaat Mühendisleri Odası Yayını olan Teknik Güç için kaleme aldığı yazıdan Oğuz Atay, 1975’te doçent unvanını kazanır ve Topoğrafya adlı mesleki kitabını yazar. Aydın sorununun tartışıldığı Tutunamayanlar’da yazar, Türk romanında en çok rağbet edilen temalardan aydın sorununu bilinen kalıpların dışına çıkarak ele alır. Tutunamayanlar’ın ana hikayesini, arkadaşı Selim Işık’ın intiharını araştıran mühendis Turgut Özben’in Selim’den kalan kayıp metinleri arayışı ve sonunda Selim gibi tutunamayanlar safına katılışı oluşturur. “Az gelişmiş aşklar ülkesi olarak dünya milletleri arasında ön sıraları işgal ediyoruz. Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre ancak Nijerya ve Gana bizden daha az gelişmiş. Aşık olma oranı yüzbinde kırkiki. Beş yıllık plan yüzde yüz gerçekleştiği takdirde bu oran 1980’de yüzbinde seksenaltı olacak. Gene yeterli değil. Planlama örgütünde herkes evli olduğu için, meselenin üzerinde çok durmuyorlar. Beş yıllık planın uygulanmasına geçeli bizim sınıftan yalnız Güner aşık oldu, o da bir bar artistine. Cinsi aşk olduğu için sayılmadı. Aşkta geriyiz de başka şeylerde ileri miyiz sanki? Yalnız trafik kazalarında birinciyiz. Buyrun bakalım. Binde dört onda iki. Gururumuza dokunuyor. Selim kadar olamıyoruz. Ayrıca, büyük şehirlerde bir bakıma yüksek görünen bu oran, köylere doğru gittikçe azalıyor. Milli gelirin dağılımı gibi. Aşk sağlığı enstitüsünün bültenine göre, bir yıl içinde sadece on iki bin yedi yüz on altı muhallebicide buluşma, yedi bin sekiz durakta buluşma bunun bin sekiz yüz yirmi beşi gerçekleşmemiş, bin dört yüz altmış iki çeşitli açık yer gezintisi parklar, kırlar, adalar ve yalnız altı yüz on iki sinema locası olayı tespit edilmiş. Buna gizli aşkları da ekleyin bültende Selim’in adına rastlanmadığı için, bunu gizli aşk olayları arasında düşünebiliriz. Gizli aşk sayısının da, ihtimal hesaplarına göre dört bin altı yüz kadar olduğu tahmin ediliyor. Emniyet genel müdürlüğünün tespit ettiğine göre de yuvarlak olarak yüz yirmi altı bin sekiz yüz bakıp da iç geçirme, kırk dört bin otobüs ya da dolmuşta hafifçe temas, dört bin iki yüz peşinden gidip de vazgeçme, sekiz yüz elli eve kadar izleme ve on beş bin yedi yüz uzaktan aşık olma ve sadece bu sayı kesin sekiz yüz on dört ümitsiz aşk olayı kaydedilmiş. Bu arada, park bekçileri, seksen iki bin kadar çifti düdük çalarak, tabanca çekerek ve benzeri tehditlerle korkutmuş. Parklar, bahçeler ve kırlar genel müdürlüğüne göre de, altmış bin papatya sevgi falı için koparılmış ve aşıkların üzerinde uzandığı yirmi sekiz bin metrekarelik bir sahanın çimleri ezilmiş.” Tutunamayanlar Tutunamayanlar Kapak tasarımı Sevin Seydi’ye ait Atay’ın 1973 tarihli ikinci romanı Tehlikeli Oyunlar, hem biçim hem de ele aldığı temalar açısından Tutunamayanlar’dan hiç de aşağı değildir. Üstelik, ilkinin birçok okuyucuya dağınık gelen olay örgüsü yerine, ikincisinde daha derli toplu bir anlatımı seçmiştir yazar. Tehlikeli Oyunlar’da da ilk romanında da varolan iki özelliği ön plana çıkarır İçerik/motif düzleminde bireyin kendisiyle hesaplaşma olgusu, kurgu düzleminde ise üstkurmaca. Postmodern edebiyatın vazgeçilmez unsurlarının başında gelen üstkurmaca, bir edebi eserde oluşturulan kurmacanın gerçek olmadığını, bu kurmacanın da içinde bir kurmaca barındırdığını gösteren, kurmacanın örtülü veya açıkça bozulup başka bir kurmacaya yer vermesiyle oluşan bir postmodern anlatı biçimidir. Edebiyatı bir oyun olarak gören postmodern yazarların, anlattıkları ya da kurguladıkları şeyi nasıl oluşturduklarını dile getirmeleri, romanın veya öykünün içinde kendileriyle veya okurla bir nevi sohbet etmeleridir. “Nihayet insanlık da öldü. Haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre, Yahu insanlık öldü mü?’ diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. Bu nedenle gazetelerinde, İnsanlık öldü mü?’ ya da İnsanlık ölür mü?’ biçiminde büyük başlıklar yayımlamakla yetinmişlerdir. Fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar, telgraflar yağmıştır; herkes insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir. Bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsa da, yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. Evet, insanlık artık aramızda yok.” Tehlikeli Oyunlar Oğuz Atay, Sevin Seydi’yle olan birlikteliğinde de aradığını bulamamaz. Yeni Ortam Gazetesi’nde muhabir olan ve 1972’de bir söyleşi sebebiyle tanıştığı Pakize Kutlu ile 26 Nisan 1974’te evlenir. Oğuz Atay ve Pakize Kutlu 1975 tarihli Bir Bilim Adamının Romanı, İstanbul Teknik Üniversitesi profesörlerinden, hocası Mustafa İnan’ın hayatının anlatıldığı, Türk Edebiyatı’nda daha önce denenmemiş, kurmaca yönü az olan biyografik/belgesel ve bunun yanında ısmarlama roman Tübitak’ın yönlendirmesiyle yazılmıştır bir romandır. Ama Oğuz Atay bu romanına da, yer yer diğer romanlarına oranla daha sınırlı olmakla beraber ironik öğeleri yerleştirmesini bilmiştir. Oğuz Atay’ın diğer romanlarıyla, yalnızca içerik değil, kurgu ve anlatım özellikleri açısından da taban tabana çelişen bir metindir bu. Atay, bu romanında diğer iki romanının aksine geleneksel roman kalıbını kullanır. “Almanya’nın Freiburg şehrindeki hastanede ölümle savaşırken bile hocalığını unutamamıştı. Artık serumla yaşıyordu; doktor, hemşireye talimat vermişti Serumu hiç kesmeyeceksiniz. Mustafa İnan bir süre dalgın gözlerle onları seyretti, sonra kendini kaybetti. Gece uyandığı zaman odada yalnızdı, serum şişesine takıldı gözü, düzenli damlalarla akıyordu sıvı. Sonra da saatine baktı bir süre. Sonra gene sıvı damlalarını izledi ve telaşlı bir hareketle zile basarak hemşireyi çağırdı. Bu serum yetişmeyecek sabaha kadar’, dedi uykulu gözlerle kendine bakan kadına. Dakikada kırk damla akıyor; yirmi beş damla bir santimetre küp ettiğine göre, bu gidişle gece yarısından önce taktığınız şişe biter. Nöbetçi hemşireye talimat vermezseniz, yarın doktordan iyi bir azar işitirsiniz.’ Hemşire hayretle bu soluk yüzlü adama bakıyordu. Mustafa İnan gülümsedi Merak etmeyin, hesap tamamdır. Çocukluğumda bir eczanede çıraklık yapmıştım da, oradan kalmış aklımda.” Bir Bilim Adamının Romanı Oğuz Atay 1975’te yayımlanan, Korkuyu Beklerken adını verdiği hikaye kitabındaki sekiz öyküsünde, yaşam karşısında belirli sebepler yüzünden zayıflık gösteren insanların yaşantılarını anlatır. Tutunamayan olarak adlandırılan bu karakterler, onun hikayelerinde de başrolde yer alır. “Ben! diye bağırdım bütün gücümle. Sonra adımı tekrarladım birkaç kere. Ben, burada gizli bir mezhebin kurbanı olarak bir saksı çiçeği gibi kuruyup gidiyorum. Ben, çiçeklere bakmasını bilmediğim gibi, kendime bakmasını da bilmiyorum. Ben yalnızlığı istemekle suçlanıp yalnızlığa mahkûm edildim. Bu karara bütün gücümle muhalefet ediyorum. Ben yalnızlığa dayanamıyorum, ben insanların arasında olmak istiyorum.” Korkuyu Beklerken kitabından aynı adlı öyküden Oyunlarla Yaşayanlar, Oğuz Atay’ın ilk ve tek oyunudur. Ne yazık ki Atay, oyunun sahnelendiğini göremeden ölmüştür. Atay, Oyunlarla Yaşayanlar’ı temel olarak yaşamın bir oyun, en bilinen ifadesiyle bütün dünyanın da bir sınırsız sahne olduğu tezi üzerine kurmuştur. Oyun boyunca, oyunun nerede bittiği, gerçeğin nerede başladığı sorusu sorulmakta, insanlar yaşamları boyunca hiç tamamlayamadıkları ya da tamamlamaktan kaçındıkları oyunlarla bir bakıma gerçeklerden de kaçmaktadırlar. Bu bakımdan yazarın oyuna koyduğu, ancak sonradan Oyunlarla Yaşayanlar olarak değiştirdiği ilk isim ilginçtir Hayat Bir Oyundur. Atay’ın Oyunlarla Yaşayanlar’ının, ilk iki romanı Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar’la bir üçleme niteliği taşıdığı söylenir. Söz konusu eserler birbirleriyle yalnızca biçimsel ilkeler düzleminde bütünleşmekle kalmazlar, içerdikleri motif örgüsü de neredeyse aynı ilmeklerle dokunmuştur. Servet “Oyunlarda Tanrılar çizerdi soylu kişilerin kaderini, insanlar daha oyunlara karışmıyordu. Taştan koltuklarına kurulmuş kralların hemen karşısında onlarla aynı seviyede oynardık oyunlarımızı. Sonra Batı’nın karanlığından Barbarlar geldiler ve aşağılık oyunları için sahneyi aşağı indirdiler. Kader Tanrısı’nın kurbanları olan o soylu oyuncuların yerini, aslanların pençesine atılan zavallı köleler aldı. Ve o günden beri halkı oyalamak için nice kurbanlar verildi.” Oyunlarla Yaşayanlar 100 Soruda Oğuz Atay kitabında Selçuk Orhan, Arkadaş filminin ilk üç dakikasının senaryosunu Oğuz Atay’ın yazdığını belirtir. Oğuz Atay ve Yılmaz Güney’in arkadaş oldukları, hatta Yılmaz Güney’in Oğuz Atay’dan borç istediği gibi ayrıntılar ise Yıldız Ecevit’in kaleme aldığı Ben Buradayım adlı kitabında yer alan bilgiler. Oğuz Atay’ın Arkadaş filminin senaryosunun da oldukça kısa bir bölümünü kaleme alması ise aralarında yaşanan bir anlaşmazlığı ya da çalışma programlarının uygun olmaması ihtimalini akla getiriyor. Oğuz Atay, Beyaz Mantolu Adam hikayesini kısa film olarak çeker, ancak film kaybolur. Korkuyu Beklerken kitabının, ilk öyküsü olan Beyaz Mantolu Adam’da hikayenin kahramanı dilenci, öykü boyunca hiç konuşmaz, söylenenlere tepki vermez, onları duymazlıktan gelir. Kendi içinde bir dünyada yaşar, bir sokak satıcısından aldığı beyaz bir kadın mantosu ile dolaşır. Çetin Yalçın’ın arşivinden çıkan bu fotoğraf, Beyaz Mantolu Adam filminin final sahnesinin çekildiği plajdan 1976 yazında yükselen ateş ve geçmeyen baş ağrıları yaşar Oğuz Atay. Beyninde iki tümör olduğu anlaşılır. 22 Aralık’ta Londra’da tedavi görür, ancak 13 Aralık 1977’de 43 yaşında hayatını kaybeder. Tamamlamaya ömrünün yetmediği Eylembilim adlı eseri için Günlük’te 8 Haziran 1976’da şunları yazar “Eylembilim diye başlayıp yarım kalan hikayeyi kısa bir roman haline getirmek istiyorum, bir hocanın öyküsü. İki değişik hayat yaşayan bir yarı aydının macerası. İki dünyasında da uykuda gezer gibi yaşıyor. İradesi ile kendine gelebilmek için silkinmeye çalışıyor, davranışları eylem olarak nitelendiriyor. Hayatı bir savaş olarak görmek zorunda kalıyor, saldırılar ve ihanetlerle dolu bir savaş. Ordular, tarihi savaşlar.” Günlük’te tasarladığı, Türkiye’nin Ruhu adlı romanını ise yazamadan yaşamını kaybedecektir. Oğuz Atay’ın Günlük adıyla yayımlanan defteri, yazar öldükten sonra kaybolur. Defter defalarca el değiştirir, sonunda Gürsel Göncü tarafından edebiyatçı Cevap Çapan’a ulaştırılır. Yazarın ölümünden on sene sonra, 1987’de ilk basımı yapılan Günlük, bize eserlerini yazma sürecine ve kurgulayış biçimine dair önemli detaylar sunarken, niyetlerini daha açık bir hale getirmesi bakımından da yazarı anlayabilme çabasında başvurulacak çok önemli bir kaynaktır. “Bazımız Batıdan korkuyoruz, bazımız Doğudan ve en çok halktan kopuyoruz. Halkın içinden gelen aydınlar bile hemen burjuvalaşıyor, burjuvalara kendini beğendirmek için romanlarında, hikayelerinde yarım yamalak öğrendiği görülmemiş burjuva biçim inceliklerine özeniyor ya da halkının şivesini taklit ederek halkını burjuvaya turistik bir eşya gibi satmaya kalkıyor. İstiyor ki burjuva halkın acılarını, topraksızlığını, susuzluğunu, tıpkı duvarına astığı kilim, çorap, boyunduruk gibi karşısına alıp seyretsin. … İlerici, gerici her türlü akımların tekelini ellerinde tutan bir küçük yarı-aydın çetesi, yıllardır kendini yenileme gerçeğini duymadığı için bugün artık yerini kaybetmemek için ancak bezirgan oyunlarıyla ayakta durmaya çalışıyor.” Günlük Oğuz Atay, edebiyatımızda öncü bir yazardır. Atay’ın öncülüğü, biçimsel olarak eserlerinde Batı romanıyla kurduğu sıkı ilişkiden, iç konuşma, oyuncul üslubu, mizah ve ironinin ağır bastığı anlatım tekniği gibi teknikleri ustaca kullanarak Türk roman yazınına yeni bir dili getirmiş olmasından kaynaklanır. Oğuz Atay’ın eserlerinin, modernite-gelenek gerilimi eksenli bir düşünce dünyasında şekillendiği görülür. Atay, modernleşme sancılarını yaşayan bir toplumda kaybolup giden aydın karakterlerinin dramını çıkış noktası alarak, Türk romanının başlangıcından itibaren insanımızı bu temel meseleden ayrı düşünememiş romancıların oluşturduğu geleneğe eklemlenir. Biçimsel olarak getirdiği yeniliklerin ötesinde, Atay’ın modernleşmeyle eş anlamlı olan Batılılaşma sorununa yaklaşımının derinliği ve getirdiği yorumlar daha önce çok az romancımızın erişebildiği olgunluktadır. Google da 12 Ekim 2020’de Oğuz Atay’ın 86. doğumgünü sebebiyle anasayfası için özel bir logo hazırladı. Kaynak Ben Buradayım Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası, Yıldız Ecevit, Oğuz Atay’a Armağan Türk Edebiyatı’nın “Oyun/Bozan”ı, TOPLUMSAL YAPIDAN ZİHİNSEL YAPIYA OĞUZ ATAY’DA ÖZNE VE DİL’İN YARATIMI, 25 Yıl Sonra Oğuz Atay, OĞUZ ATAY’IN TUTUNAMAYANLAR ADLI ROMANINDA MİZAH VE HİCİV ÖĞELERİ, Oğuz Atay’ın Oyunlarla Yaşayanlar Oyununda Teatrallik, Girard’ın Roman Kuramı Işığında Bir Oğuz Atay Uyarlaması “Tehlikeli Oyunlar”, TUTUNAMAYANLARIN HİKÂYELERİ KORKUYU BEKLERKEN’, OĞUZ ATAY’DA YAZARLIK KURUMUNUN İFLASI VE EDEBİ İNTİHAR, OYUNLARLA YAŞAYANLAR ya da YAŞADIĞIMIZ OYUNLAR, OĞUZ ATAY’IN EDEBİ METİNLERİNDE ANA İZLEKLER VE YAZARIN TÜRK EDEBİYATI İÇİNDEKİ YERİ Oğuz Atay, 12 Ekim 1934’te Kastamonu’nun İnebolu ilçesinde dünyaya geldi. 3 Aralık 1971 yılında 44 yaşındayken hayatını kaybeden Oğuz Atay, Türk edebiyatında önemli bir iz bıraktı. Oğuz Atay Kitapları 1- Tutunamayanlar 2- Tehlikeli Oyunlar 3- Korkuyu Beklerken4- Bir Bilim Adamının Romanı5- Oyunlarla YaşayanlarOğuz Atay’ın Hayatı? İlginizi Çekebilir Dostoyevski Yeraltından Notlar Konusu, Özeti ve AnaliziOğuz Atay Nasıl Öldü?Oğuz Atay İle İlgili Sık Sorulan SorulanTutunamayanlar Kitabında Geçen Olric Kimdir?Oğuz Atay'ın en sevdiği yazar kimdir?Oğuz Atay'ın en bilinen hayranı kimdir?Oğuz Atay'ın ölmeden önce söylediği son söz nedir? Türk Edebiyatında önemli bir yer edinen Oğuz Atay, yazdığı romanlarda gerçeklik ile düşü aynı anda yer verilir. Atay’ın Tutunamayanlar adlı kitabı Türk edebiyatının en önemli post-modern romanıdır. Bu nedenle post- modern akımının bir simgesi haline gelmiştir. 1- Tutunamayanlar 1970 yılında TRT’nin düzenlediği hikâye ve roman yarışmasında Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” adlı eseri birinci olmuştur. Modern şehir yaşamının içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı anlatan bu kitap, kalıplaşmış toplumsal düşüncelere yabancılaşan ve daha önemlisi toplumda “tutunamayan” bireylerin iç dünyasını eserinde anlatmıştır. ?İlginizi Çekebilir Oğuz Atay Tutunamayanlar “Bir gün bütün değer yargıları değişecek ve yargılananlar yargıç, eziyet edenler de suçlu sandalyesine oturacaklardır ve onlar o kadar utanacaklar, o kadar utanacaklardır ki utançlarının ve suçlarının ağırlığı yüzünden ayağa kalkamayacaklardır.” 30 Eylül 1972 yılında yeni ortam dergisi için Pakize Kutlu ile bir röportaj yapan Oğuz Atay. röportajın bir bölümünde, “Selim Işık, birçok tutunamayanın bileşkesidir. İntihar eden bir arkadaşım, Ural var; ama bütünüyle Selim Işık o kadar değil. Belki ben varım bu cümleyi yazmayın. Adlarını yazmanın sakıncalı olduğu birçok arkadaşım var. Herkesin “tutunan” olmak istediği bir ülkede tutunamayanlığı seçen Selim Işık’la yakınlığının olması birçok kimseye dokunur diye onların adlarını saymak istemiyorum. Selim öldü. Selimlik de ölmüştür. Başarının insanı sevimsizleştirdiğini yazmıştım bir yerde; fakat tutunamayanlığın sevimliliğine de kimsenin yanaşmadığını görüyorum. Neden yanaşsınlar? Bir arkadaşımın dediğine göre, ben romanda herkesi bir bakıma tutunamayanlığa çağırıyormuşum. Henüz bir karşılık alamadım” ifadelerine yer verdi. 2- Tehlikeli Oyunlar Oğuz Atay, Tunamayanlar adlı eserinin ödül almasından sonra Atay’ın tekrar kendine güveni geri gelmiştir. Bir Bilim Adamının Romanından tutun, Korkuyu Beklerken romanına kadar yazdığı bütün romanlarda gerçek hayattan seçtiği kişileri anlatmıştır. Atay, eserlerinde bireyi ve bireyin iç dünyasını, iç monolog, diyalog, psikanaliz, hiciv, taklit, parodi, pastiş, yabancılaştırma tekniği olarak alay gibi çeşitli post-modern teknikleri kullanmıştır. Bu teknikleri kullanarak yazdığı romanlardan biri de “Tehlikeli Oyunlar” romanıdır. Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar’ı yayınlamadan önce bir röportajda roman hakkında şunları söylüyor; Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size “nasıl?” kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım..” ?İlginizi Çekebilir Oğuz Atay Tehlikeli Oyunlar 3- Korkuyu Beklerken Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken adlı romanı 1975 yılında iletişim yayınları tarafından basılmıştır. Kitabın içerisinde toplam 8 tane hikaye bulunuyor ve şu sıralamayla yer alıyor; Beyaz Mantolu Adam, Unutulan, Korkuyu Beklerken, Bir Mektup, Ne Evet Ne Hayır, Tahta At, Babama Mektup, Demiryolu Hikâyecileri , Bir Rüya. Kitapta yer alan kahramanların hepsini ortak özelliği içsel buhran içerisinde olup, kimlik arayışı içerisinde, hayatı anlamlandırmaya çalışmasıdır. Her hikayenin kendine has bir havası vardır ve çoğu başkahramanın ismi belli yılında ilk yayınlanan bu kitap, günümüzde çok fazla okunmaya başlanmıştır. “Yalnız, ağların arasından elimi, onun kalbine götürdüğüm yer biraz karanlık. Rüya gibi bir resim. Birlikte hiç resim çektirmemiştik. Bir sürü şey gibi bunu da yapamadık nedense; bir türlü olmadı. Bir koşuşma, durmadan bir şeylerle uğraşma… Neden koşuyorduk, acelemiz neydi?” s. 33 4- Bir Bilim Adamının Romanı Oğuz Atay’ın kaleminden çıkan eser Türkiye’de roman kategorisinde şu ana kadar yazılmış en başarılı biyografik romandır. Mustafa İnan karakteri üzerinden bir dönemin sosyal ve siyasal imgeleri yansıtmıştır. Bir Bilim Adamı, biyografi adı altında hikayeleştirilerek farklı bir anlatım tekniği kullanılmıştır. Roman iki kısımdan oluşur ve kırsal kesimden gelen Mustafa İnan, kentte zekâsı ve çalışma azmiyle büyük başarılara imza atmıştır. Dünyaca tanınmış bir deha olarak ortaya çıkan karakterin yaşam öyküsünü dramatize ederek ele alınmıştır. Atay, hayatta eleştirdiği görüşleri, Mustafa İnan üzerinden ele alarak, hayatta herkesin bir kimliği yani ideali olması gerektiği vurgulanmıştır. Bu idealleri ulaşmak için elinden gelenin yapmasını ancak bu yolda insan kendi değerlerinden, karakterinden ve ahlakından ödün verilmemesi gerektiğine dair mesajlara yer vermiştir. Bu biraz kulağa imkansız gibi gelse de emin olun romanı okumaya başladıktan sonra, aslında zor gibi gözüken şeylerin mücadele ederek nasıl gerçekleşebileceğini göreceksiniz. Her dönemde olduğu gibi günümüzde de insanlar belirli sınırlar içerisinde yaşamak durumunda kalmıştır. Ancak dayatılan sınırların dışına çıkmak için farklı perspektiften bakılması gerektiğinin bilincine varmamız gerekir. Toplumda yer edinmek için karakterinden ödün vermeyen Mustafa İnan, toplumun belirlediği sınırlarda değilde kendi belirlediği yolda nasıl yürüdüğünü görmek ister misiniz? Romanı okuyan biri olarak, Atay’ın kaleminden çıkan Bir Bilim Adamın Romanı adlı eseri, size çok şey katacak. Toplumdan sıyrılıp kendi iç dünyasına çekilenlerin hikayesini görmek dileğiyle… 5- Oyunlarla Yaşayanlar Oğuz Atay’ın “Oyunlarla Yaşayanlar” adlı romanı, 108 sayfadan oluşan bir tiyatro eseridir. 1973 yılında yayınlanan eser, Tanzimat döneminden bu yana dönemine göre değişen politik ve toplumsal değerleri, çuvaldızı da iğneyi de topluma batırmayı başarmıştır. Bütün yaşamını eylemsizlikle geçiren bir Adamın, kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamayışını oyun şeklinde anlatan Atay, ortaya sürükleyici bir oyun çıkarmıştır. Atayın tüm eserlerini incelediğimizde her karakterin ortak bir özelliği var. Tutunamayanların Selim’i, Tehlikeli Oyunların Hikmet’i, Oyunlarla Yaşayanların Coşkun’u olmak üzere hepsinin topluma karşı varoluşsal bir sancı çektiğini görüyoruz. İşte, bu noktada insanların Oğuz Atay’ın romanlarını neden bu kadar çok sevdiğinin cevabını anlıyoruz. Oğuz Atay’ın Hayatı “Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum.” diyen Oğuz Atay’ı, yaşadığı dönemde kimseye kendini anlatamamıştı ve hatta kitapları ikinci baskıyı bile görmemişti. Günümüzde ise en çok okunan ve en değerli eserler arasında yerini almıştır. Peki, en güzel şekilde kendini anlattığı halde toplum tarafından anlaşılamayan bu derin yazarımızın hayat hikayesini öğrenmek ister misiniz? Oğuz Atayın babası, dönemin Sinop ve Kastamonu vekilliği yapmış hukukçu Cemil Atay, annesi ise idealist bir öğretmen olan Muazzez Atay’dır. Çok kapsamlı bir ebeveyne sahip olan Oğuz Atay ilk eğitimini annesinin görev yaptığı okulda, annesinin öğretmenliğinden almıştır. 1939 yılında babası Ankara’ya milletvekili olarak atanınca Atay ailesi Ankara’ya taşındı. Oğuz Atay, İlkokul ve Orta öğretimini 1951 yılında Ankara Maarif Koleji’nde tamamlamıştır. Annesi ve Maarif kolejindeki öğretmeni Atay’ın hayatında önemli etkilere sahip olmuşlardır. Atay, içine kapanık bir çocukluk dönemi geçirmiş, çoğu zaman kendini yalnız hissetmiştir. Daha çocuk yaşta bu hisle karşı karşıya kalmış ve ilerideki dönemlerde iç dünyasını eserlerinde okuyuculara en net bir şekilde anlatmıştır. İnsanları gözlemlemeyi küçük yaşlarda başlayan Oğuz Atay’ın belki de en olumsuz yönü içine kapanık olmasıydı. Atay, kendisini çoğu zaman ya yazarak ifade ediyordu ya da çizerek. Tüm çocukluğu boyunca sessiz ve içine kapanıktı ama zeki biriydi. Sokakta gördüğü her şeyin karikatürünü çizmeye başlayan Atay’ın çok yetenekli biri olduğu daha küçük yaşlarında anlaşılıyordu. Atay’ın karikatür sevdası lise yıllarına kadar devam ederken, içine kapanıklığı da beraberinde büyüyordu. Lise hayatına başlayan Atay, tüm okul hayatı boyunca başarılı bir öğrenci olmuştur. Tek arkadaşı kitaplarıydı ve bu sessiz dünyasına kitapları dışında kimseyi almayı tercih etmek istemiyordu. Yüksek bir ortalama ile liseden mezun olan Oğuz, tiyatroya da büyük bir ilgisi vardı. Atay, bu yeteneğini herkese göstermek için Shakespearein “Hırçın Kız” oyununda sahne alarak amacına ulaştı. Lise yıllarında sanata ilgisi çok fazla olan Oğuz Atay. adeta sanat aşkıyla yanıp tutuşuyordu. Ancak bu sanat aşkı, çok körüklemeden sönmek zorunda kalmıştı. Babası Cemil Bey, tam anlamıyla otoriter bir yapıya sahipti ve sanatın boş biri iş olduğunu bunun yerine para kazandıracak bir işe yönelmesi gerektiğinin kanaatindeydi. ? İlginizi Çekebilir Dostoyevski Yeraltından Notlar Konusu, Özeti ve Analizi Babasının bu düşüncesi Oğuz Atay ile Cemil Bey arasında çatışma yaşanmasına sebep olmuştu. Hayat çizgisi babası tarafından belirlenmiş olsa da yıllar sonra yazdığı “Babama mektuplar” adlı eserinde babasına sitem edercesine dile getirdi. Ancak bunu yaparken de bir sanatçıya yakışır şekilde cümleleri özenle seçilmiş ve naif bir karşı geliş sergiledi. Atay, babasına ithafen şöyle diyordu; “Çünkü ben babacığım, biraz da duygularımın romantik bölümünü, sen kızacaksın ama annemden tevarüs ettim”. Oğuz Atay, lise yıllarında babası ile arasında sık sık çatışmalar yaşasa da neticede babasının dediği olmuştu. Lise eğitimini tamamladıktan sonra babasının “gerçek meslek” olarak adlandırdığı ve kabul ettiği bir meslek edindi. İstanbul Teknik Üniversitesinde İnşaat Fakültesi’nde eğitimine başladı. Oğuz Atay, üniversiteye başladıktan sonra da çok renkli bir hayatı olmamıştır. Aksine siyah ve beyazdan ibaretti üniversite yılları. Sessizliği beyaz yanı, en yakın arkadaşı Turhan Tükel ise Atay’ın siyah yanıydı. İki renkten ibaret olan üniversite hayatı genellikle amfide en arka sıralarda geçmişti. Derslere karşı hiç bir ilgisi olmamasına rağmen Atay, 1957 yılında Üniversiteden mezun oldu. Oğuz Atay, üniversiteden mezun olduktan sonra hemen askere gitti. Bu dönemde edebiyata olan düşkünlüğü sayesinde Edebiyat dünyasının önemli isimlerinden Cevat Çapa ve Vüslat Bener ile tanıştı. Bu iki arkadaşı sayesinde Edebiyatın ünlü isimlerinden Cemal Süreya, Turgut Uyar, Yılmaz Güney, Attilla İlhan ve Can Yücel gibi yazar ve şairler ile tanışma fırsatı yakaladı. Askerliği bittikten sonra ilk olarak Kadıköy Vapur İskelesi yapımında “tamirci” olarak çalışmaya başlayan Atay, bir süre sonra bu işten çıktı ve İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi İnşaat Mühendisliği Bölümünde öğretim üyesi olarak göreve başladı. 1975’te Doçent olan Oğuz Atay, “Topografya “ adlı mesleğiyle alakalı bir kitap yazdı. Yoğun iş hayatına rağmen Atay, yazı yazmayı hiç bırakmadı. Arkadaşı Vüslat Benerin yardımıyla “Pazar postası” dergisi yazılarını yayınlamaya başlamış ve kapanana kadar yazılarını yayınlamaya devam etmiştir. Gün geçtikçe kitaplara karşı yoğun ilgisi artan Oğuz Atay, Sabahattin Ali, Franz Kafka, Yusuf Atılgan ve Nabokov gibi yazarları okuyup edebiyata olan ilgisini körükledi. Roman, hikaye yazarı ve çok yönlü bir aydın olan Oğuz Atay, edebiyat dünyasına gerçek anlamda sürükleyen olaydan bir süre sonra tamamen edebiyatla iç içe bir hayat yaşamaya başladı. Bu olay aslında askerlik yıllarında tertiplerinin arasında yer alan ve sayelerinde birçok edebiyatçı ile tanışma fırsatı sunan arkadaşları Vüsat Bener ve Cevat Çapan gibi Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerle tanışmasıyla olmuştur. Bu dönemde öğretim görevlisi olarak çalıştığı İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nden istifa eden Atay, istifadan sonra İstanbul’a taşındı ve Pazar Postası adlı dergisine ağırlık vermeye başladı. İşleri istediği gibi gitmeyen Atay, maddi sıkıntılardan dolayı bir süre sonra dergiyi kapatmak zorunda kaldı. 2 Haziran 1961 yılında üniversiteden arkadaşı olan modacı terzi Fikriye Fatma Gürbüz ile evlenen Oğuz Atay’ın bu evlilikten bir sene sonra Özge adında bir kız çocuğu oldu. Bu evliliği 6 yıl sürdürebilen çift 1967 yılında boşanmaya karar verdi. Bunun en büyük nedeni Atay’ın kitaplara gösterdiği ilgiden dolayı hayat arkadaşı Fikriye Hanım’a çok zaman ayıramamasıydı. Fikriye Hanım’a da hak vermek gerek, neticede hayatını kitaplara adayan bir adamla karşı karşıyaydı ve bunu ne kadar sürdürebilirdi? Atay, ilk romanına 1968 yılında başladı. Ardından iki yıl sonra en önemli eserlerinden biri olan “Tutunamayanlar” romanını kaleme aldı. Bu eserini dostu Vuslat Benere okuttu. Hayatında önemli bir yere sahip olan Bener’in, eserini yorumlaması onun için oldukça önemliydi. Kitabını bastırmak adına gittiği çoğu yayınevinden olumsuz geri dönüşler alan Atay’ın Tutunamayanlar kitabı, çoğu kişi tarafından ruh sağlığının bozuk olduğuna dair söylemlerde bulunulmasına neden oldu. Kitabı reddedenler arasında dönemin en büyük yayınevleri arasında olan “Remzi Yayınevi” ve yayınevi adına reddeden kişi Fakir Baykurttu. Yine o dönemin en büyük yayınevleri arasında olan Bilgi Yayınevi, Atilla İlhanın kararıyla Tutunamayanlar kitabını bastırmadı. Cevat Çapaya göre yazar olan yayınevi sahipleri Tutunamayanlar adlı eseri kıskançlıktan basmadığını söylemiştir. Oğuz Atay Nasıl Öldü? Oğuz Atay 1976 yıllarında şiddetli baş ağrıları çektiği bir döneme girmişti. Kullandığı ağrı kesicilerin artık bir faydasını göremeyen Atay, hastaneye giderek beyninde iki tümör çıktığını öğrenir. Tedavisi için Londra’ya gitmek durumunda kalan Atay, gitmeden önce bir defter alır ve ilk sayfasına şu sözleri karalar; “Selim gibi, günlük tutmaya başlayalım bakalım. Sonumuz hayırlı değil herhalde onun gibi. Bu defteri bugün satın aldım. Artık Sevin olmadığına göre ve başka kimseyle konuşmak istemediğime göre, bu defter kaydetsin beni; dert ortağım olsun. “Kimseye söyleyemeden, içimde kaldı, kayboldu,” dediğim düşüncelerin, duyguların aynası olsun. Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım İnsanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.” Son olarak; “Bir silgi gibi tükendim ben Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım Mürekkeple yazmışlar oysa… Ben kurşunkalem silgisiydim Azaldığımla kaldım…” Diyordu yazar… Sağlığı yerinde olduğu dönemlerde istediği okuyucu kitlesine sahip olamayan Atay, bunun üzerine şu sözleri paylaştı; “Beni anlamıyorlardı. Zarar yok. Zaten beni, daha kimler anlamadı.”demişti. Evet, haklıydı maalesef Oğuz Atayı öldükten sonra anlamaya başladık. 3 Aralık 1971 yılında 44 yaşındayken arkadaşlarına “sevinmeyin daha ölmedim” dedikten 10 dakika sonra hayata gözlerini yumdu… ? Editörün Yorumu Atay’ın bir mesajı var ve bu mesajı içinde yaşadığı toplumda anlaşılmadığını düşündüren kişilere, adeta yazdığı her romanında gözüne sokmuştur. Peki, günümüzde ? Belki de yaşarken anlaşılmayan tek kişi sadece Oğuz Atay değildir. Günümüzde her romanı yok satan bu sıradışı adamı insanlar neden bu kadar çok okuyor dersiniz? Siz ne dersiniz bilmem ama eserleri her döneme ışık tuttuğundan dolayı, insanlar Atay’ın romanlarını çok fazla sevdi. Her okuduğumuzda kendimizden izler buluyoruz. Bu da romanın çok fazla okunmasını sağlıyor. Türk Edebiyatına kazandırdığı eserlerle, farklı bir boyut getiren Atay’ı saygıyla anıyoruz… Oğuz Atay İle İlgili Sık Sorulan Sorulan Tutunamayanlar Kitabında Geçen Olric Kimdir? Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar romanındaki ana karakterlerinden biridir. Ne olduğu tam olarak anlaşılmasa da bir iç ses ya da sadece bir insan olarak düşünülüyor. Oğuz Atay'ın en sevdiği yazar kimdir? Dostoyevski ve Franz Kafka en sevdiği yazarlardır. Oğuz Atay'ın en bilinen hayranı kimdir? Orhan Pamuk gençlik yıllarında Oğuz Atay'ın en büyük hayranıydı. Oğuz Atay'ın ölmeden önce söylediği son söz nedir? Sevinmeyin daha ölmedim. Bu yazıyı puanlamak için tıklayın! Oğuz Atay d. İnebolu, Kastamonu,1934 - ö. 13 Aralık 1977, İstanbul 12 Ekim 1934'te Kastamonu İnebolu'da doğdu. 13 Aralık 1977'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. Romancı, öykü ve oyun yazarı. Ortaöğrenimini 1951'de Ankara Maarif Koleji'nde tamamladı. 1957'de İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi'ni bitirdi. 1960'ta İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi İnşaat Bölümü'nde Bugün Yıldız Üniversitesi öğretim görevlisi oldu. 1975'te doçentliğe yükseldi. Topografya adlı bir de mesleki kitap yazdı. Öykü ve yazıları 1971'den sonra Yeni Dergi ve Soyut'ta yayınlandı. Beyninde çıkan bir tümör nedeniyle, bir süre Londra'da tedavi gördü ama sağlığına kavuşamadı. İlk romanı "Tutunamayanlar"da küçük burjuva dünyasına ironiyle yaklaştı. Kitapta olaylar, küçük burjuva dünyasının değerlerinden ölümüne nefret eden bir gencin, kendisini öldürmesiyle noktalanır. Bu eserinde yenilikçi ve çağdaş Batı romanının bazı tekniklerinden ustaca yararlandı. İç konuşma, bilinç akışı, düşler ve değişik söylemlerden oluşan metinler düzleminde karmaşık bir gerçeklik kurdu. Romanın içinde dağılmış ayrıntı, gözlem ve çağrışımlar, bütüne egemen olan bilinçli bir kurgunun öğeleridir. Öykü kitabı "Korkuyu Beklerken"de de psikolojik çözümlemelere ağırlık verdi. Oğuz Atay'ın Eserleri Roman Tutunamayanlar 1971-1972'de iki cilt, yeni basımı tek cilt 1984 Tehlikeli Oyunlar 1973 Bir Bilim Adamının Romanı 1975 Eylembilim 1998, tamamlanmamış roman Öykü Korkuyu Beklerken 1975 Tiyatro Oyunlarla Yaşayanlar 1985 Ödülleri 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü, Tutunamayanlar ile

oğuz atay kimdir edebi kişiliği