alaşımlardanyapay mıknatıs elde etmek için aşağıdaki yöntemlerden biri veya birkaçı bir arada uygulanır. Kalıcı mıknatıs elde etmek için uygulanan yöntemler şunlardır; 1. Yeryüzünün manyetik meridyenine, yani manyetik alana paralel vaziyete koyup, çok şiddetli ve keskin bir darbe indirmek. 2.
DaimiMıknatıs DC (PMDC) Kollmorgen'in daimi mıknatıslı DC motorları sağlam, kaliteli yapı ve güvenilir çalışma sunar. PMDC motor tasarımı, bir sargı alanı tasarımı yerine kalıcı mıknatısların kullanımına dayanır, böylece daha geniş bir hız aralığı ve son derece doğrusal bir hız/tork eğrisi ile daha hafif
Orijinaldenalıntı: cowsmilk. Mıknatıs enerjiye sahip değildir. Mıknatıs ile elektrik üretmek için dışarıdan enerjiye ihtiyaç vardır. Mıknatıs EM yayar ama 0 Hz frekanslıdır. Enerji frekans arttıkça artacağı için frekans sıfır ise enerji de sıfırdır. Ben hareket enerjisi elde etmeyi kastetmiştim yine de sağol.Bir
Bir mıknatıs iğnesinin düşey bir düzlem içinde aşağı yukarı hareket edebilir bir şekilde asılması halinde, yatay durmadığı görülür. Bu iğne mıknatıs, yatay eğilme açısı yapar (Türkiye`de 60°). Bu açı kuzeye gidildikçe büyür. Bu özellik, yer kürenin, büyük bir mıknatıs gibi etki etmesinden ileri gelmektedir.
İstanbulmıknatıs imalatı yapan firmamız Pendik ilçesinde yer almaktadır. Magneteksan Makine ARGE olarak firmamız her çeşit mıknatıs imalatı yapmaktadır. Her çeşit neodyum mıknatıs, her ebatta pot mıknatıs, elektromıknatıs çeşitleri gibi ürünler için bizleri arayabilirsiniz. Ürün çeşitlerimize web sitemiz
T48Ej. 1 SÜPERİLETKENLERİN TARİHÇESİ2 İşlenecek konular Süperiletken nedir Süperiletkenlerin tarihçesi3 SÜPERİLETKENLİK NEDİRBazı maddelerin doğru akımı hiçbir direnç göstermeksizin ve akımda herhangi bir kayıp olmaksızın iletmek için aşırı düşük sıcaklıklara soğutulduklarında, bu maddelerin gösterdikleri özellikleridir. Başka bir deyişle sıcaklığın belirli bir değerin altına düşürüldüğü zaman doğru akıma karşı elektriksel dirençleri sıfır olan malzemelere süperiletken SÜPERİLETKENLİĞİN İKİ TEMEL ÖZELLİĞİBİRİNCİSİ Elektrik akımına karşı oluşan direncin tamamen sıfırlanması İKİNCİSİ Bir süper iletkenin içine manyetik akının nufuz etmemesi5 SÜPERİLETKENLİĞİN TARİHÇESİ6 1908 Helyumu sıvılaştırdı 1911 Hg CIVA direncinin -268,8°C ’de aniden sıfıra düştüğünü gözlemledi Heike Kamerlingh7 Hollandalı fizikçi Heike Kamerling Onnes 1908 yılında Helyum’u sıvılaştırmayı başarı K’e kadar olan düşük sıcaklıklarda fiziksel özelliklerin ayrıştırılmasını mümkün hale elektriksel dirençlerinin bu düşük sıcaklık bölgelerindeki degişimi yine ilk defa Onnes tarafından Sıvı Helyum’un keşfinden 3 yıl sonra Heike Kamerling Onnes,civa metalinde DC elektriksel direncin kritik sıcaklıkTc diye adlandırdığı sıcaklık ve altındaki sıcaklıklarında ölçülemiyecek kadar küçük bir değere düştüğünü sonra yapılan ölçümlerde sıfır oldugu heyecan verici gözlem süperiletkenliğin keşfi olarak Bu çalışmadan dolayı Heike Kamerling Onnes 1913 yılında Nobel Fizik ödülünü sonraki yıllarda yapılan çalışmalarda başka elementlerin ve bileşiklerinde1913 yılında kurşunun Pb K Onnes, 1911 , 1930 yılında Niyobyum’un K’de Chapnik ,1930 süperiletken oldugu 1933 Walter Meissner ve Robert Ochsenfeld süperiletken haldeki bir metale manyetik akının nufüz etmediğini keşfetti Walter Meissner11 Süperiletkenliğin tarafından 1911 yılında keşfinden 1933 yılına kadar süperiletkenin bir ideal iletken olduğu yani sadece sıfır dirence sahip olduğu diyamanyetizma özelliği keşiften 22 yıl sonra ve R. Oschsenfeld tarafından manyetik ters yönelmesi olarak ifade alan yayılım frekansına göre moleküler çapta ters yönlenme eğilimi mıknatısa yaklaştırıldığında kuzey kutbu gören maddenin yakın tarafı kuzey kutbu olarak özelliği,keşfedilen süperiletkenler için ortak bir özellik özellik Meissner Etkisi olarak Meissner Etkisi ve tarafından 1933 yılında gözlemlenen bu etkide,manyetik alan içindeki bir süperiletken kritik geçiş sıcaklığınaTc kadar soğutulduğunda manyetik alan çizgileri süperiletkenin dışına alanın bu şekilde dışarlanması Meissner etkisi olarak bilinir ve bu etki, bir süper iletkenin içinde B=0 olacak şekilde davrandığını alanın dışlanması,perdeleme akımları olarak bilinen ve uygulanan manyetik alana eşit ve zıt yönde alan oluşturacak yönde süperiletken yüzeyinde akan elektrik akımından dolayı meydana etkisinin en iyi gösterimi levitasyon durumundaki kalıcı mıknatıs Kalıcı Mıknatıs DeneyiKritik sıcaklığın altına kadar soğutulmuş bir süper iletken maddeye üstten küçük, hafif fakat oldukça kuvvetli bir mıknatıs yaklaştırıldığında,mıknatısın süperiletken madde üzerinde kaldığı süperiletkene yaklaştırıldığı zaman süper iletken madde üzerinde bir süperiletken akım meydana alanın etkisiyle oluşan bu süperiletken akım dışarıdan uygulanan alana eşit fakat zıt yönde bir manyetik alan madde içerisinde oluşan bu manyetik alan da dışarıdan uygulanan manyetik alanın süperiletken madde içerisine girmesini engelleme sonucu da süperiletken mıknatıs üzerinde havada olay madde süperiletken fazında kaldığı sürece devam Schrieffer John Bardeen Leon Neil Cooper 1957 John Bardeen, Schrieffer ve Leon Neil Cooper soyadlarının baş harflerinin bir araya getirilmesi ile oluşan ve BCS olarak adlandırılan teorilerini BSC TEORİSİ Süperiletkenligi anlamaya yönelik geniş çapta kabul edilmiş ilk teori 1957 yılında John Bardeen,Leon Cooper ve John Schriefter adındaki Amerikalı fizikçilerden geldi ve onlara 1972’de Nobel ödülünü teorisine göre elektronlar kristal bir örgünün içinden geçerken,örgü içeri doğru bükülme gösterir ve fonon denen ses paketleri fononlar deforme olmuş alanda pozitif bir yük yatağı yaratarak arkadan gelen elektronların aynı bölgeden geçmesine olanak göre kritik sıcaklığın altında iki elektron fonon aracılığı ile etkileşerek birbirine çift COOPER ÇİFTİ olarak Cooper Çifti Cooper çiftleri negatif elektrik yüklü elektron atom örgüsünün içinden geçerken pozitif yüklü iyonlarla elektromanyetik etkileşime geçerse Cooper çifti oluşup atom örgüsünün şekli çiftleri süperiletkendeki akımın taşıyıcılarıdır,adını Leon Neil Cooper’dan Süperiletkenlikteki çalışmalarda bu dönemdede aksamalar görülmüştürSüperiletkenlikteki çalışmalarda bu dönemdede aksamalar görülmüştür. Bu aksamanın nedeni ise bazı metallerde kalay, civa gibi büyük manyetik alan oluşturmak için akım geçirildiğinde süperiletkenlik özelliklerini kaybetmeleri. Bu sorunu aşmak için bilim adamları metaller yerine alaşımlara yönelmiştir. Bu alaşımlar Niobyum-kalay Sn Nb3 ve Niobyum-titanyum 18 1986 BaLaCuO bileşiğinde 35°K de süperiletkenlik gözledilerKarl Alexander Müller19 1987 98°K’de süperiletken hale gelebilen YBaCuO bileşiğini elde etti1987 98°K’de süperiletken hale gelebilen YBaCuO bileşiğini elde etti. Ayrıca helyum yerine azotun kullanılmasını sağladı Paul Chu20 DERSİN SORUMLUSU Hakan Şevki AYVACI HAZIRLAYANÖzlem AR 3\A Related documents
Her Şey Enerjidir; Enerjiden Başka Bir Şey Yoktur, Madde de Saf Enerjidir, Biz İnsanlar da Sadece Enerjiden Oluşuruz. Düşünceler, Duygular, Heyecanlar, Olaylar ve Durumlar da Enerjinin Değişik Biçimleridir…Bu çerçeve içinde Evren’e dileğimizi gerçekleştirmek için nasıl ifade etmeliyiz, doğru istemeyi nasıl öğrenmeliyiz… Madde nelerden oluşur? Çok minik, atom denen parçacıklardan. Eşyalar, birbirinden, sadece hangi atomlardan oluştuklarıyla ve bunların nasıl sıralandığıyla ayrılırlar. Bu Dünya’daki bütün maddeler, sadece bu atomlardan oluşur. Atomlar, atomlarla birleşerek, büyük bileşenler oluşturur veya tekrar ayrılırlar. Atomlar, daha küçük basit taneciklere ayrıştırılabilir; bunların en önemlileri protonlar, nötronlar ve elektronlardır. Bunu basite indirgeyerek şöyle hayal edebiliriz Atom çekirdeğini oluşturan protonlarla nötronlar ile bunların etrafında daireler çizen elektronlar arasında çok boş yer vardır. Hayal etmesi zor ama gerçek bir atomun çekirdeği, bir bezelye büyüklüğünde olsaydı, elektronların kılıfı yüz yetmiş metre uzakta olurdu. Yani bizim “gördüğümüz” şeylerin çoğu, SADECE BOŞLUKTUR. Buna rağmen, bunu madde sayarız. Ancak sadece biz, bunun böyle olduğunu varsayarız, gerçekte ise böyle değildir Hiçbir Şey Gördüğümüz Gibi Değildir. Biz sadece çeşitli titreşimleri algılar, bu bilgileri beynimizde işleyerek, sabit bir tasarıma dönüştürürüz. Biz bunu “çeviririz”. Neredeyse tüm insanlar, çok benzer biçimde çevirdiklerinden en azından biz bunu böyle kabul etmekteyiz, cisimleri de benzer bir biçimde “görüyor” ve “hissediyoruz”. Mesela renkler, Hiç bizim algıladığımız biçimde değildir. Titreşimler gözümüze ulaşır, orada elektrik tetiklemeye dönüşür ve beynimiz bizim “gördüğümüzü” üretir. Hatta değişik renk frekansları, bazı duygular oluşturabilir ve içimizde bazı dalgalanmaların olmasına neden olur. Bu yüzden maddenin, her zaman aynı ısıya sahip olmasına rağmen, biz bazı renkleri soğuk veya sıcak diye adlandırırız. Yani herşey atomlardan oluşur; Atomlar temel taneciklerden ve bunlar da muazzam enerji birikimleridir. Ancak bu Dünya’daki her cismin, her insanın ve her durumun, sadece enerjisinin değişik formları olduğunu anlarsak, maddeyi nasıl etkileyebileceğimizi kavrayabiliriz. 1933 yılında Fizikçi Marie ve Pierre Curie çifti, “hiçbir şey”den nasıl madde elde edilebileceğini gözlemlemişlerdi. Enerjinin kütleye dönüşebileceğini bilimsel olarak keşfetmişlerdi. Burada, esas konumuz olan “doğru istemek” için çok önemli bir noktaya geldik Enerji, yönlendirilebilir ve bu düşünce gücüyle yapılır. Düşüncelerimiz, enerjiyi bir noktaya yönelten bir lazer tabancası gibidir. Bir ampulun ışığı ile bir lazerin ışığı arasındaki en önemli fark, yayılmadadır; birinde fotonlar, her bir yöne uçuşur, diğerinde ise bir noktaya yoğunlaşır. Aynı bu şekilde, düşünce gücümüz de her zaman ve her yerde mevcut olan enerjiyi yönlendirir ve bu enerjinin belli bir biçimde sıkılaşmasını sağlar. Hiçbir şey bizim gördüğümüz gibi değildir. Madde enerjidir, enerjiden oluşur ve enerji sayesinde mevcut durumunu korur. Enerji yoksa madde yoktur. Her düşünce, saf enerjidir ve kendisi de enerjiye etki eder. Enerji, maddeyi oluşturuyorsa ve düşünceler saf enerji ise, çevremizde sürekli bizim maddeleştirdiğimiz şeyler olmaktadır. Çünkü biz sürekli düşünürüz. Yani isteklerimizi hayatımıza çekmek için şunları yapmalıyız Düşüncelerimizin gücünü kullanmak. Ne istiyorsak kendimizi buna uygun çekim gücüne yükseltmek. Bunun için;iki yasadan faydalanabiliriz; OLUŞTURMA YASASI Fizikte, bütün hayatımızın üzerine kurulu olduğu temel bir kanun vardır. Daha önceden de bahsettiğimiz gibi, sabit her görüntü biçimi enerjiden oluşur ve başka bir biçime dönüşebilir. Bu yasa ayrıca enerjinin hiçbir zaman kaybolmadığını, sadece şekil değiştirebileceğini söyler. Enerji değiştirilebilir, nakledilebilir ama hiçbir zaman yok edilemez. Doğa filozofu Demokrit 460-371; Dünya’daki hiçbir şeyin gerçekten kaybolmadığını, sadece değiştiğini keşfetmişti. Bugünün fizik bilgisi bu teoriye dayanır. Bizim konumuz olan “doğru istemek” açısından bunun anlamı nedir? Madde, nasıl başka biçimlere veya bizim göremediğimiz bir enerjiye değişebiliyorsa, önce görünmez olan bir enerji de maddeye dönüşebilir. Ve formların bu değişimini etkileyebiliriz. Yeni formlar yaratan, sadece enerjidir. Enerji, bilinçaltı sayesinde yönetilebilir ve muhafaza edilebilir. Ne düşünüyorsak o, maddeye dönüşür. Bu imkansız gibi görünebilir. Tıpkı bir yıl içinde iki araba kazanmak, hayatının aşkını bulmak, ideal işi, ideal evi veya sadece ikinci el bir çamaşır makinesi bulmak gibi. Zira her dilek, bir enerjidir. Dilek gönderilir ve dilek kendini gerçekleştirmek ister, yani maddeye dönüşmek ister. Yayılan düşünceler ne kadar yoğun ise, enerji o kadar güçlü olur. Ne kadar güçlü duygu yüklenilirse, o kadar itici güç alırlar. Maalesef negatiflikler içinde bu böyledir. Bizim ne düşündüğümüz, enerjinin umurunda değildir. Enerji iyi ile kötü arasında ayırım yapmaz, ahlak nedir bilmez ve de yargılamaz. Neye dönüştüğü umurunda değildir. Sadece biçim değiştirir. Bu esneda şu temel yasaya uyar Enerji, daima dikkatimizi takip eder. Mutsuz olduğumuzda, evrene çoğu zaman olumsuz düşünceler göndeririz. “Ben çok mutsuzum”, “çok kötüyüm”, “acınacak durumdayım”, “hiç umut yok”. İşte tüm bunlar, evren için yoğun etkili emir cümleleridir. Mutsuzluğumuz güçlenecektir. Ama aynı prensip bizim lehimize de çalışabilir. Düşünce enerjileri yayınlanır ve yoğunlaşır. Değişik enerjiler buluşur, insanlar bunları yakalar, kendi fikirleri zanneder, bunlara eklemeler yapar, üzerlerinde çalışır ve birdenbire arzu edilen partner veya çoktandır istenilen bir eşya, kapının önüne gelir. Herşey enerjinin bir biçimidir. Tam olarak düşünürsek, dünyamızda herşeyden inanılmaz bir arz mevcuttur. Bu, sadece bir dağıtım sorunudur. Herşey vardır. Herkes içindir. Bizim içinde. Bu, sadece bir arz-talep meselesidir. Biz yoğun etkili bir biçimde ne istersek, o bizim hayatımıza girecek şekilde dağıtılır ve yapılır. Yokluklarla dolu bir hayat yaşıyorsak, bu yoklukları bilinçaltımız tarafından biz istemişizdir. Biz bu yokluk içinde yaşarken, belki komşumuz zengin bir hayat sürmektedir ve bu sadece onun hayatında zenginlik istemesinden kaynaklanmaktadır. Her şeyden, çok miktarda mevcut olduğunu ve bizim hayatımızın sadece bizim istediklerimizden oluştuğunu anladığımızda, hayatımız tamamen değişecektir. Zira enerji, her biçimi alabilir. Her şey, fazlasıyla mevcuttur; sadece talebe göre dağıtılır. Dilemek, devasa ve yoğun istek enerjileri ile çalışan bir değiş tokuş borsasından başka bir şey değildir. Arayan bulur! Biz, enerji yayarız, enerji alırız. Dünyamızı, kendi hayal dünyamıza göre kurarız. Biz biçimlendiririz, yoğunlaştırırız, engel oluruz veya bozarız. Enerji, her zaman mevcuttur ve onu, uygun bir biçimde kendimize çekeriz. Burada çekim yasası devreye girer. 2. ÇEKİM YASASI “Benzer benzeri çeker” Buna karşılık, değişik olanlar birbirini iter. Hatta benzer, benzeri ile güçlenir. Yani yoğunlaşır. Bunu, piyangodan da biliriz. Bir tuşuna basıldığında, aynı akortlu telleri de titreşime başlarken, başka bir frekansa ayarlanmış diğer teller hareketsiz kalır. Düşüncelerimiz de belli bir frekansta titreşen enerjidir. Yani biz, her ne düşünürsek, aynı titreşimleri harekete geçiririz. Bu tabii tersine de işler. Orada, dışarıda düşüncelerimizle aynı frekans da titreşen herşey, bizi de harekete geçirir. Düşüncelerimiz, kendine benzeyenlerin hepsini kendine çeken, görünmez bir mıknatıs gibidir. Neden zaten çok şeyi olanlara, daha çok şey gelir? Çünkü öyle düşünürler. Çünkü düşünce dünyalarında başka birşey mevcut değildir. Çünkü zenginliğe ait titreşimlerde yaşarlar. Başarı, Başarıyı Çeker; Mutsuzluk Daha Çok Mutsuzluğu. Eğer aşıksak, aşktaki mutluluğumuza paralel olarak, diğer herşey de yolunda gider. Tabii zira dünyaya pozitif gözlerle bakarız. Pozitif düşünceler, pozitif bir dünya yaratır. O zaman herşeyi becerebiliriz. Kullandığımız cümleler artık “çok mutluyum”, “bütün dünya elimin altında”, “herşey yolunda” şeklindedir. Ve Gerçektende, Dünya Elimizin Altındadır, Zira Evren, Tüm Bu Cümleleri Yakalar Ve İşleme Sokar. Ancak biz, fikrimizi değiştirdiğimiz anda ve aşkın artık bizi kucaklamadığını hissedersek, dünyayı tenkit ederiz ve dilek cümlelerimiz artık çok farklıdır “O artık beni sevmiyor”, “Zaten beni kimse sevemez”, “Güzel değilim”, “Kendimi küçük ve çirkin hissediyorum”, “Bütün dünya bana karşı”. Ve bizim dilek cümlelerimizin değişmesine uygun olarak, kısa zamanda, yaşananlar da değişecektir. İnsan, kendi durumunu kendisinin yarattığını fark etmeden, düşündüklerinin teyidini almaya başlar. Eğer bir gün boyunca kendi kendimizi inceleyecek olursak, bu tür emir cümlelerini, içimizden devamlı olarak söylediğimizi fark ederiz. Titreşim, titreşimdir ve bizim düşüncelerimizle ve tavırlarımızla yoğunlaşır. BİRAZDA BİYOLOJİ EKLEYELİM “Ben sadece gözümle gördüğüme inanırım”, “Enerji, titreşim…bana bunları önce göstermen gerekir” Bu ve buna benzer cümleleri, kemikleşmiş “realist”lerden sık sık duymaktayız. İşin esprisi, bir de bundan gurur duymalarıdır. Bunun neden bir espri olduğunu ve ara sıra bu tür cümleler kurduğumuzda, aklımıza bunları nasıl açıklayabileceğimizi bu biyoloji gezimizde öğreneceğiz. Temel olan, etrafımızdaki gerçekleri çok küçük bir parçasını duyu organlarımız ile algılayabildiğimizdir. Gözlerimizle, mevcut ışık yelpazesinin sadece yüzde sekizini görebiliriz. Gerçeği anlayamayız. Yani gerçeğin % 92’si bizim gözlerimizden kaçmaktadır. Ve diğer duyu organlarımızda, durum daha da kötüdür. Bu % 92’nin mevcudiyetini bilmemize rağmen, bu hiç yokmuş gibi davranırız. Ve bunu da sadece, idrak edemediğimizden yaparız. Ve idrakımıza, gerçeğin aslından daha çok güveniriz. Yani önce şunu bir tespit edelim Bizim idrakımız, gerçeği algılamamız, o kadar da gerçek değil. Bunu daha anlaşılabilir yapan bir hikaye de mevcuttur Birkaç kör insan bir fili ellerler. Filin bacağını elleyen kör “fil yuvarlak ve serttir” derken, filin hortumunu elleyen bir diğeri “fil, incedir ve sürekli oraya buraya uçar” der. Biz de aynen böyle, kendi resmimizi çizeriz. Algılayabildiğimiz azıcık şeye eklemeler yaparak, kendimiz bir resim yapar ve sonra da bunun gerçek olduğuna inanırız. Peki bu resmi hangi kriterlere göre biçimlendiririz? Şimdiye kadar öğrendiğimiz şeylere göre! Peki bizim en azından duygularımız sayesinde anlayabildiğimiz şeylerde durum nedir? Gerçekten algılayabildiğimiz “ufak bir miktar” olan yüzde sekiz ile ne yapıyoruz? Bunun hepsini algılayabiliyor muyuz? İdrak Edemediğimiz Şey, Bizim İçin Yoktur. Gerçeğin % 8’i olsa bile, her gün milyonlarca çeşit etki altındayızdır; Sesler, gürültüler, resimler, düşünceler, konuşmalar, müzik, şamata. Tehlikeli durumlara, heyecanlara reaksiyon gösteririz; mektupları, telefonları, e-postaları cevaplarız; kendimiz ve başkaları için kararlar veririz; kitaplar, dergiler okur, reklam bombardımanına tutuluruz, hayal kırıklıkları ve reddedilme durumları yaşar, diğer insanlarla iletişim kurarız. Her gün bilgi üzerine bilgi işlenmek zorundadır. Aslında, ancak çok azı hakkında gerçekten düşünürüz. Zira gerçekten düşünmek demek, bunun için zaman ayırmak demektir. Ama zamanımızda çok sınırlıdır. Bu sebeple de akıl, herşeyi işleyemez ve de işlemek istemez; bu durum da zaten kapasitesini aşardı. Akıl, bu yüzden de bazı şeylere kendisini kapatır. Kendini kapattığı şeyler de genelde, zaten tanıdığı ve bildiği şeylerdir. Mesela daha sonra sorulduğunda, bir otobüs durağında beklerken önünüzden kaç araba geçtiğini kesinlikle söyleyemezsiniz. Zira bu durum, bununla ilgilenecek kadar önemli değildir. Dikkatimizi gazeteye vermişizdir veya biraz sonra büroda yapılacak toplantıyı düşünmekteyizdir. Algılanabilir dünyanın sadece ufak bir parçasını bilinçli olarak algılayabiliriz. Ve bu, bizim kendimiz için önemli ve doğru bulduğumuz parçasıdır. Bilinçsiz olarak, saniyede tam etki alır ve bunları istemesek de beynimizde depolarız. Bilinçli olarak, saniyede dokuz kadar etkiyi anlarız. Bunun anlamı, bilinçaltımızın, bizim haberimiz olmaksızın sayısız şey depoladığıdır. Üzerimize akan etkilerin, bilinçli olarak, sadece 1000/1 algılarız. Tüm şeylerin 100/8’inin de 1000/1’ini bilinçli olarak algılar ve bunu, her şeyi içeren gerçek olarak kabul ederiz. Yani yaşadığımız gerçek bizi saran tüm hakikat ile mukayese edildiğinde, kaybolacak kadar küçüktür. Dünyayı tüm büyüklüğü ile algılayamayız. Her gün bilinçli ve çoğu zaman bilinçsiz olarak, algılarımızı neye yönlendireceğimize karar veririz. Diğer şeyler, bizim için yoktur. Peki biz, bize daha fazla olanak sağlayabilecek, daha renkli bir gerçek içinde yaşamak, daha değişik görüşleri olan bir resim yapmak istersek ne yapacağız? Hayatımıza başka bir realite davet etmek istersek ne olacak? İlk yapılacak şey, şimdiye kadar algıladıklarımızdan çok daha fazla şeyin mevcut olduğu bilincine varmamızdır. Akıl, daha derin kademelerdeki şeyleri, en az üç kere okuduktan veya duyduktan sonra algılar. Bu aklımızın, ezberlediği düşünce kalıplarından kendisini kurtarmasına yardımcı olur. İkinci yapılacak şey, dikkatimizi, arzu ettiğimiz alanlara yönlendirmektir. Yani, hayatımızda istediğimiz değişik ve yeni şeylerin olabilmesi için, başka düşüncelerimize yoğunlaşmalıyız. TİTREŞİM FREKANSINI YÜKSELTMEK Bu radyodaki bir kanalın değiştirilmesi gibidir. Olayları algıladığımız frekansımızın düğmesini birazcık oynatırız. Ama bunu nasıl yaparız? Mesela titreşimimizi güzel şeyler düşünerek, dua okuyarak veya pozitif affirmasyon, olumlama cümlelerini tekrarlamak bile düşünsel titreşimlerimizi, şimdiye kadar bilmediğimiz alanlara yükseltir ve bu sayede dıştaki, görünür dünyada ulaşılması mümkün olmayacak gibi görünen şeylerin hayatımıza girmesine olanak sağlar. Kendimizi, arzu edilen frekansa açmadıkça, onu anlayamayız da. Onu ne duyar, ne elleyebilir, ne de evimize davet edebiliriz. Doğru istemeyi arzu ediyorsak, kendimizi yeniliklere açmalıyız, yoksa gerçekleştiğini de anlayamayız. Gerçek olan, bir şeyi yeterince uzun bir süre bilincimizde muhafaza edersek, bunun dış dünyada da maddeleşmek zorunda olduğudur. Ancak ve maalesef bilincimiz, muntazaman enerji yayan ter merci değildir. İçimizde çok daha inatçı ve istekleri olan bir parçamız daha vardır; BİLİNÇALTIMIZ. Bilinçaltımız bir boykotçudur. Bu gerçeği şöyle açıklayalım Eğer dileklerimiz olmuyorsa, çoğu zaman birinci dilekten daha güçlü ikinci bir inancımız vardır bu da bilinçaltımız da saklanmaktadır. Yani boykotçumuz. Bu ikinci inanç, mutlaka birinciye karşı çalışır ve de daha sürekli, daha büyük ve önemli bir azim ile. Dileğimizin gerçekleşmesi adına yaptığımız çalışmamızı bir kere dikkatlice incelersek görürüz ki, günde 10 dakika bu dileğimizle ilgilenmişizdir. Bu çalışmamızda dileğimize güç verir, belki iç gözümüzle hayal bile ederiz, yani vizyonumuza dahil eder, ama sonra tekrar gündelik yaşantımıza devam ederiz. Ama geriye kalan 23 saat 50 dakika bilinçaltı boykotçumuz bunun zaten olamayacağını, bunların zırva olduğunu, aslında zaten bu dileğimizi karşılayacak şeylerin bizim hakkımız olmadığına bizi inandırır. Zaten hep mağlup olmuşuzdur. Hep başkaları mutludur. Çoğu zaman, bilincimizdeki dileklerimizle bilinçaltımızdaki inançlarımız çok çelişkilidir, birbirine benzemez ve hatta birbirine muhaliftir. Dileğimizin gerçekleşmesine ramak kaldığında bile ne yapacağımızı bilemeyiz ve bu şans kullanılamadan uzaklaşır. Bu durumda insan, kendisi için çok yoğun bir biçimde birşey ister, ama içten içe bunu kabul etmeye hazır değildir. BEN DEĞİŞMEYE İSTEKLİYİM olumlaması bir kapı açar. Tüm gün bu olumlamayı gözlerimizin görebileceği bir yere koymalıyız hatta zihnimizi bir askı dolabı olarak düşünerek içerideki askılardan birine bu olumlamayı asmalıyız. Aklımız daima buna takılı kalırsa değişim başlar. Bu sırada önemli bir kaç etki vardır, Doğru formül “ben…im” prensibidir. Çok para istediğinizde, “ben zengin olmak istiyorum” şeklindeki emir cümlesi kurmak çok yanlıştır. Doğru formül şöyle olabilir “Ben hayatımda zenginliğe hazırım”, “Ben zengin ve mutluyum”,”benim için ayrılmış bir para zaten var ve hayatıma gelmek üzere yolda” Doğru istemenin ve dilemenin turbosu Teşekkür etmektir. Dileğimizin sonunda “Amin” veya “teşekkür” diyerek mühürler ve kapatırız. Her zaman, şimdiki zamanı kullanarak dileyin; gelecek zamanı değil. Sanki isteğinizin şimdi size verilmiş olduğunu düşünerek hareket edin. İsteklerinizi kağıda yazın, böylece isteğiniz güçlenir. Doğru formüller “işim var”, “mutlu bir ilişkim var”, “ihtiyacım olan herşeye sahibim”, “ben sağlıklıyım”. olmalıdır. “Herşey benim iyiliği için olur” inancınızı kuvvetlendirerek içimizde minnettarlıkla birleştirmek bizi başka mucizelere götürür. “Dilediğimiz her şeyin gerçekleşeceğini; bunun, bizim hakkımız ve hep emrimize amade olduğunu biliriz” anlamını irdelemek ve unutmamak. “Şüphe” isteğin veya dileğin iptal edilmesi gibi birşeydir. Şüphe, aksini istemek gibi bir şeydir. Şüphe zaten birşey olamayacağı bilgisini yayınlar ve tüm siparişler iptal edilir. Doğru istemek konusunda başarılı olmanın çok önemli noktasından biri isteğimiz gerçekleşene kadar hiç kimse ile bu konuda konuşmamaktır. Gevezelikle enerji etkisini tüm büyük fikirler, ketumlukla oluşur. Tesadüflere daima açık olun, evren sevkiyatı süpriz yollarla gönderir. Evren, isteğinizi gerçekleştirmek için her zaman en çabuk ve en kolay yolu bulur. Sezgi, insanın kendisine izin vermesidir. Sezgilerinize güvenmeyi öğrenmelisiniz. İlk anda garip veya komik geliyorsa bile içinizden gelen ilk hareket veya karar daima doğru olandır. Tereddüt etmek enerjiyi tüketir. Son Olarak; Gerçek, çoğu zaman, dış dünyada istenilen şeyin iç dünyamızda hissedilen eksikliğidir. Mesela dileğim, “Beni şartsız sevecek birini istiyorum” şeklindeyse, bunun gerçekteki karşılığı, “Ben sevilmiyorum. Ben sevilmeye değer değilim. Ben kendimi sevmiyorum”dur. Yani çoğu kişi, sadece kendisini sevmediği için, kendisini şartsız sevecek birini ister. Bu dileğin temeli aslında “Aşkı kabul etmeye açığım ve hazırım” cümlesi ile kapıyı açmaktır, sonra; “Ben, olduğum gibi sevilmeye değerim. Tüm isteklerimi ve hatalarımı kabul ediyor ve kendimi, şimdi olduğum gibi kabul ediyorum. Ben kendime özgüyüm, güzelim ve her gün kendi sevgime biraz daha yaklaşıyorum. Kendime duyduğum sevgim nedeniyle, beni aynı kendimi gördüğüm gözlerle görecek bir insanı çekiyorum. Ben kendi sevgimi ve başka bir insanın sevgisini kendime çekmek konusunda açık ve hazırım. Engellerime ve blokajlarıma, bundan sonra izin vermiyorum ve sevgi, benim içimde rahatlıkla akabilir. Sevginin hayatımda meydana çıkmasına açık ve hazırım” Bu bağlamda eğer kendimi kabul etmeden, beni sevecek birini isteyecek olsaydım, bana sunulan sevgiyi kabullenemeyecek bir durumda olurdum. Ancak içten hazır olursam, ihtiyacım olan şeylere izin verebilirim. O zaman aramama gerek kalmaz ve bulurum. Zira hazır olursak, bizim ihtiyacımız olan herşey bizi bulur. Unutmayın, Evrenle iş birliği yapmak, kendi başımıza didişmekten çok daha kolaydır. Doğru istemek bütün dünyamızı değiştirmekle kalmaz çünkü sonuçta aradığımız aslında daima SEVGİ’dir. Bizi mutlu eden hep SEVGİ’dir. Pierre Franckh Doğru İstersen Olur
İşte, buluşları ve o dönemde ülkesine ve dünyaya sunduğu katkılar ile büyük bir isim olan Michael Faraday Michael Faraday biyografi doğum; 22 Eylül 1791 doğum yeri; Newington Butts, İngiltere ölüm; 25 Ağustos 1867 75 yaşında ölüm yeri; Hampton Court, Middlesex, İngiltere vatandaşlık; Birleşik Krallık kariyeri; 22 Eylül 1791, Newington - 25 Ağustos 1867, Londra, İngiliz kimya ve fizik bilgini. Michael Faraday hayatı Michael Faraday 22 Eylül 1791'de, şu anda London Borough of Southwark'ın bir parçası olan, ancak o zamanlar Surrey'in banliyösü olan Newington Butts'ta doğdu. Ailesinin durumu iyi değildi. Mıchael Faraday'in babası James Faraday, karısı ve iki çocuğunuda alarak 1790 kışında Londra'ya taşıdı. Michael o yılın sonbaharında doğdu. Ailesi Sandemancılar adı verilen bir tarikatın üyesiydi. Faraday ekonomik nedenlerle uzun süreli bir eğitim alamadı sadece en temel okul eğitimini alabildi. On dört yaşında bir ciltçiye çırak olarak girdi. Mart 1813'e kadar devam ettiği bu işte ciltlenmek üzere getirilen kitapları okuyarak bilgisini genişletmeye başladı. Bu sayede gençliğinde pek çok kitap okudu. Bilhassa fizik kitaplarını büyük bir heves ve arzuyla okuyordu. Yedi yıllık çıraklığı sırasında Faraday, Isaac Watts'ın The Improvement of the Mind Zihnin İyileştirilmesi de dahil olmak üzere birçok kitabı okudu ve burada yer alan ilke ve önerileri kendi kendine öğrendi. Ayrıca bilime, özellikle elektriğe ilgi duydu. Faraday, özellikle Jane Marcet'in "Conversations on Chemistry" kitabından esinlenmiştir. Faraday, Encyclopedia Britannica'nın üçüncü baskısındaki elektrik maddesinden özellikle etkilendi. Eski şişeler ve hurda parçalardan yaptığı basit bir elektrostatik üreteçten yararlanarak deneyler yapmaya başladı. Gene kendi yaptığı zayıf bir Volta pilini kullanarak elektrokimya deneyleri gerçekleştirdi. 20'li yaşları 1812'de, 20 yaşında ve çıraklığının sonunda, Faraday, Royal Institution and the Royal Society'den ünlü İngiliz kimyager Humphry Davy ve City Philosophical Society'nin kurucusu John Tatum'un konferanslarına katıldı. Bu derslerin biletlerinin çoğu, Kraliyet Filarmoni Derneği'nin kurucularından William Dance tarafından Faraday'a verildi. Faraday daha sonra Davy'ye bu dersler sırasında aldığı notlardan yola çıkarak 300 sayfalık bir kitap gönderdi. Davy'nin cevabı anında, nazik ve olumluydu. 1813'te Davy, nitrojen triklorür ile bir kazada görme yeteneğine zarar verdiğinde, Faraday'ı asistan olarak kullanmaya karar verdi. Tesadüfen Kraliyet Enstitüsünün asistanlarından biri olan John Payne görevden alındı ve Sir Humphry Davy'den bir yedek bulması istendi; bu nedenle 1 Mart 1813'te Kraliyet Enstitüsüne Kimya Asistanı olarak Faraday'ı atadı. Çok geçmeden Davy, Faraday'a nitrojen triklorür numunelerinin hazırlanmasını emanet etti ve ikisi de bu çok hassas maddenin patlaması sonucu yaralandı. Michael Faraday Eşi ve evliliği Faraday, 12 Haziran 1821'de Sarah Barnard 1800-1879 ile evlendi. Aileleri aracılığıyla Sandemanyan kilisesinde tanıştılar. Hiç çocukları olmadı. Haziran 1832'de Oxford Üniversitesi, Faraday'a fahri Medeni Hukuk Doktoru derecesi verdi. Hayatı boyunca, bilime yaptığı hizmetlerden ötürü kendisine bir şövalyelik teklif edildi fakat Faraday dini gerekçelerle bunu geri çevirdi. Faraday, zenginlik biriktirmenin ve dünyevi bir ödül peşinde koşmanın İncil'e aykırı olduğuna inandığını söyledi. 1824'te Kraliyet Cemiyeti üyeliğine seçildi Faraday burada iki kez Başkan olma fırsatı doğmasına rağmen bunu reddetti. 1833'te Kraliyet Enstitüsü'nde ilk Kimya Profesörü oldu. 1832'de Faraday, Amerikan Sanat ve Bilim Akademisi'ne Yabancı Onursal Üye seçildi. 1838'de İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi'nin yabancı üyesi seçildi ve 1844'te Fransız Bilimler Akademisi'ne seçilen sekiz yabancı üyeden biri oldu. 1849'da, iki yıl sonra Hollanda Kraliyet Sanat ve Bilim Akademisi olan ve daha sonra yabancı üye olan Hollanda Kraliyet Enstitüsü'ne ortak üye olarak seçildi. Hükümet tarafından Kırım Savaşı'nda 1853-1856 kullanılmak üzere kimyasal silahların üretimi konusunda tavsiyede bulunması istendiğinde, İngiliz hükümetine çeşitli hizmet projeleri sunan Faraday, etik nedenlerle katılmayı reddetti. Bilimsel kariyerinin başlangıcı Londra'da bulunan Kraliyet Enstitüsü'nde kimyacı Sir Humphrey Davy tarafından verilen kimya konferanslarına katılma olanağı buldu. Konferanslarda tuttuğu notları ciltleyerek iş isteyen bir mektupla birlikte Davy'ye gönderdi ve 1813'te Davy'nin desteğiyle kimya asistanı oldu. Ekim 1813 ile Nisan 1815 tarihleri arasında Fransa, İtalya ve İsviçre gezisinde Davy'ye refakat etti. 1820'de Davy'nin yanından yardımcılık görevinden ayrıldı. 1825'te laboratuvar müdürlüğüne getirildi. 1833'te enstitüye ders verme mecburiyeti olmaksızın kimya profesörü olarak tayin edildi. Hayatının tümünü enstitünün çalışmalarına adadı. Kimya Çalışmaları dönemi Faraday ilk kimyasal çalışmasını Humphry Davy'nin asistanlığında yaptı. Faraday, özellikle klor çalışmasına dahil oldu; iki yeni klor ve karbon bileşiği keşfetti. Ayrıca, ilk olarak John Dalton tarafından işaret edilen bir fenomen olan gazların difüzyonu üzerine ilk kaba deneyleri yaptı. Faraday, birkaç gazı sıvılaştırmayı başardı, çelik alaşımlarını araştırdı ve optik amaçlı birkaç yeni cam türü üretti. Bu ağır camlardan birinin bir örneği daha sonra tarihsel olarak önemli hale geldi; cam bir manyetik alana yerleştirildiğinde Faraday, ışığın polarizasyon düzleminin dönüşünü belirledi. Bu numune aynı zamanda bir mıknatısın kutupları tarafından itildiği bulunan ilk maddeydi. Faraday, uygun bir ısı kaynağı olarak dünya çapındaki bilim laboratuvarlarında pratik kullanımda olan Bunsen brülörünün erken bir biçimini icat etti. Faraday, kimya alanında yoğun bir şekilde çalıştı, benzen hidrojenin bikarbüresi adını verdi gibi kimyasal maddeleri ve klor gibi sıvılaştırıcı gazları keşfetti. Gazların sıvılaştırılması, gazların çok düşük bir kaynama noktasına sahip sıvıların buharları olduğunun tespit edilmesine yardımcı oldu ve moleküler agregasyon kavramına daha sağlam bir temel verdi. 1820'de Faraday, karbon ve klorin, C2Cl6 ve C2Cl4'ten yapılan bileşiklerin ilk sentezini bildirdi ve sonuçlarını ertesi yıl yayımladı. Faraday ayrıca 1810'da Humphry Davy tarafından keşfedilen klor klatrat hidratın bileşimini de belirledi. Faraday ayrıca elektroliz yasalarını keşfetmekten ve anot, katot, elektrot ve iyon gibi terminolojiyi yaygınlaştırmaktan ve büyük ölçüde William Whewell tarafından önerilen terimleri yaygınlaştırmaktan sorumludur. Faraday, daha sonra metalik nanopartiküller olarak adlandırılan şeyi ilk rapor eden kişiydi. 1847'de altın kolloidlerin optik özelliklerinin karşılık gelen dökme metalinkilerden farklı olduğunu keşfetti. Bu muhtemelen kuantum boyutunun etkilerinin bildirilen ilk gözlemiydi ve nanobilimin doğuşu olarak düşünülebilir. Manyetik etki çalışmaları Faraday'ın Kraliyet Enstitüsü'ndeki laboratuvarı 1870 tarihli bir gravür 1820 yıllarında fen alimleri çalışmalarına daha ziyade elektriğe ait konularda ağırlık vermişlerdi. Bunlardan en önemlileri Volta'nın elektrik pili ve Hans Christian Ørsted'in elektrik akımından üretilen manyetik mıknatıslı güç kaynağı idi. Ørsted 1820'de bir telden geçen elektrik akımının tel çevresinde bir manyetik alan oluşturduğunu bulmuştu. Fransız fizikçi Andre Marie Ampere de tel çevresinde oluşan manyetik kuvvetin dairesel olduğunu, gerçekte de tel çevresinde bir manyetik silindir oluştuğunu göstermişti. Bu durumda soyutlanmış bir manyetik kutup elde edilebilir ve akım taşıyan bir telin yakınına konursa telin çevresinde sürekli olarak bir dönme hareketi yapması gerekecekti. Elektrik enerjisinden manyetizma üretildiğinden bu yana fen adamlarının en büyük düşüncesi, "Manyetizmadan elektrik enerjisi elde edilebilir mi?" sorusu olmuştu. Bu, fen ilimleri tarihinde en büyük mesele haline geldi. Faraday, zaman zaman bu mesele üzerinde çalıştı. Bu arada ilk ilmi keşfini de gerçekleştirmiş oldu. Bir mıknatıs etrafında, tersine karşılıklı dönebilen bir kablo sistemi geliştirdi ve böylece ilk defa elektrik enerjisi mekanik enerjiye dönüştürülmüş oldu. Bu keşif, elektrik motorlarının esası olarak kabul edildi. Michael Faraday icatları Diyamanyetizma Faraday, 1845'te manyetizmanın dielektrik malzemedeki ışığı etkilediğini göstermek için kullandığı bir tür cam çubuğu tutuyordu. 1845'te Faraday, birçok malzemenin manyetik alandan zayıf bir itme sergilediğini keşfetti diyamanyetizma adını verdiği bir fenomen. Faraday ayrıca, doğrusal olarak polarize edilmiş ışığın polarizasyon düzleminin, ışığın hareket ettiği yön ile hizalanmış harici bir manyetik alanın uygulanmasıyla döndürülebileceğini keşfetti. Bu artık Faraday etkisi olarak adlandırılıyor. Eylül 1845'te not defterine, "Sonunda manyetik bir eğri veya kuvvet çizgisini aydınlatmayı ve bir ışık ışını mıknatıslamayı başardım" diye yazdı. Faraday daha sonra 1862'de hayatında bir spektroskop kullanarak farklı bir ışık değişimini, spektral çizgilerin uygulanmış bir manyetik alanla değişimini araştırdı. Bununla birlikte, elindeki ekipman, spektral değişimin kesin olarak belirlenmesi için yetersizdi. Pieter Zeeman daha sonra aynı fenomeni incelemek için geliştirilmiş bir cihaz kullandı, sonuçlarını 1897'de yayınladı ve başarısından dolayı 1902 Nobel Fizik Ödülü'nü aldı. Zeeman hem 1897 tarihli makalesinde hem de Nobel kabul konuşmasında Faraday'ın çalışmalarına atıfta bulundu. Faraday kafesi etkisi Statik elektrik üzerine yaptığı çalışmada, Faraday'ın buz kovası deneyi, yükün yalnızca yüklü bir iletkenin dışında bulunduğunu ve dış yükün bir iletken içindeki herhangi bir şey üzerinde hiçbir etkisi olmadığını gösterdi. Bunun nedeni, dış yüklerin, kendilerinden çıkan iç alanların birbirini iptal edecek şekilde yeniden dağıtılmasıdır. Bu koruyucu etki, şimdi Faraday kafesi olarak bilinen yerde kullanılmaktadır. Ocak 1836'da Faraday, dört cam desteğin üzerine 12 fit kare ahşap bir çerçeve koymuş ve kağıt duvarlar ve tel örgü eklemişti. Daha sonra içeri girdi ve onu elektriklendirdi. Faraday, elektrikli kafesinden çıktığında, elektriğin o zamanlar sanıldığı gibi ölçülemez bir şey değil, bir kuvvet olduğunu göstermişti. Faraday kafesi Yeniden elektrik dönemi 1831'de yeniden kimyadan elektriğe döndü. Bundan sonraki deneylerinin en önemlisi galvanometreye bir kablo bobini bağlayarak küçük elektrik akımlarını ölçmeye yarayan bir alet yapmasıydı. Bu kablo, bir mıknatısa değdirildiğinde galvanometrenin iğnesi hareket ediyor, kabloyu ayırdığında iğne ters yöne hareket ediyordu. Böylece Faraday manyetizmadan elektrik enerjisi elde etmenin yolunu bulmuş oldu. Mekanik enerjiyi bir mıknatıs yardımıyla elektriğe dönüştürdü. Bu, elektrik jeneratörlerinin esası oldu. Faraday manyetik etkiyle ilgili deneyleri gerçekleştirip sonuçlarını bilim dünyasına sunarken elektriğin farklı biçimlerde ortaya çıkan türlerinin niteliği konusunda kuşkular belirmişti. Elektrikli yılan balığının ve öteki elektrikli balıkların saldığı, bir elektrostatik üretecin verdiği bir pilden ya da elektromanyetik üreteçten elde edilen elektrik akışkanları birbirinin aynı mıydı? Yoksa bunlar farklı yasalara uyan farklı akışkanlar mıydı? Faraday araştırmalarını derinleştirince iki önemli buluş gerçekleştirdi. Elektriksel kuvvet kimyasal molekülleri, o güne değin sanıldığı gibi uzaktan etkileyerek ayrıştırmıyordu, moleküllerin ayrışması iletken bir sıvı ortamdan akım geçmesiyle ortaya çıkıyordu. Bu akım bir pilin kutuplarından gelse de ya da örneğin havaya boşalıyor olsa da, böyleydi. İkinci olarak, ayrışan madde miktarı çözeltiden geçen elektrik miktarına doğrudan bağımlıydı. Bu bulgular Faraday 'ı yeni bir elektrokimya kuramı oluşturmaya yöneltti. Buna göre elektriksel kuvvet, molekülleri bir gerilme durumuna sokuyordu. 1839'da elektriğe ilişkin yeni ve genel bir kuram geliştirdi. Elektrik madde içinde gerilmeler olmasına yol açar. Bu gerilmeler hızla ortadan kalkabiliyorsa gerilmenin art arda ve periyodik bir biçimde hızla oluşması bir dalga hareketi gibi madde içinde ilerler. Böyle maddelere iletken adı verilir. Yalıtkanlar ise parçacıklarını yerlerinden koparmak için çok yüksek değerde gerilmeler gerektiren maddelerdir. Faraday, ayrıca mıknatıs kutupları arasında döndürdüğü bir bakır yuvarlak ile devamlı bir akım elde etmeyi de başardı. 1832 ve 1833'te elektrolizin iki temel kanununun formüllerini buldu. 1840 yılında ışık enerjisi ile elektromanyetik enerjinin birbirine çok benzer, hatta aynı olduğu kuramını geliştirdi. Kraliyet Kurumu ve kamuda verdiği hizmetler Faraday'ın Büyük Britanya Kraliyet Enstitüsü ile uzun bir ilişkisi vardı. 1821'de Kraliyet Kurumu'nun Müfettiş Yardımcısı olarak atandı. 1824'te Kraliyet Cemiyeti üyeliğine seçildi. 1825'te Kraliyet Enstitüsü Laboratuvarı Müdürü oldu. Altı yıl sonra, 1833'te Faraday, İngiltere Kraliyet Enstitüsü'nde ders verme yükümlülüğü olmaksızın ömür boyu atandığı ilk Fullerian Kimya Profesörü oldu. Kraliyet Enstitüsü'ndeki kimya, elektrik ve manyetizma gibi alanlardaki bilimsel araştırmasının ötesinde, Faraday, özel girişimler ve İngiliz hükümeti için çok sayıda ve çoğu zaman zaman alıcı hizmet projeleri üstlendi. Bu çalışma, kömür madenlerinde meydana gelen patlamaların soruşturulmasını, mahkemede bilirkişi tanıklığını ve Chance Brothers iki mühendisle birlikte Chance'in deniz fenerleri için gerekli olan yüksek kaliteli optik camın hazırlanmasını içeriyordu. 1846'da Charles Lyell ile birlikte Durham, Haswell'deki kömür ocağında 95 madencinin ölümüne neden olan ciddi bir patlama hakkında uzun ve ayrıntılı bir rapor hazırladı. Raporları titiz bir adli soruşturmaydı ve kömür tozunun patlamanın ciddiyetine katkıda bulunduğunu belirtti. İlk patlamalar toza bağlıydı, Faraday havalandırmanın bunu nasıl önleyebileceği üzerine bir ders verdi. Rapor kömür sahiplerini kömür tozu patlaması tehlikesi konusunda uyarmalıydı, ancak risk, 1913 Senghenydd Colliery Felaketine kadar 60 yıldan fazla bir süredir göz ardı edildi. Denizcilikle ilgili güçlü çıkarları olan bir ülkede saygın bir bilim insanı olan Faraday, deniz fenerlerinin inşası ve işletilmesi ve gemilerin diplerinin korozyondan korunması gibi projelere çok zaman harcadı. Atölyesi halen, deniz fenerleri için elektrik aydınlatmasında ilk deneyleri gerçekleştirdiği Londra'daki tek deniz fenerinin yanındaki Zincir ve Şamandıra Mağazasının üzerindeki Trinity Buoy İskelesi'nde duruyor. Faraday, şimdi çevre bilimi veya mühendislik olarak adlandırılan alanda da etkindi. Swansea'daki endüstriyel kirliliği araştırdı ve Kraliyet Darphanesi'nde hava kirliliği konusunda danışmanlık aldı. Temmuz 1855'te Faraday, The Times'a Thames Nehri'nin kötü durumu hakkında bir mektup yazdı ve bu da Punch'ta sık sık yeniden basılan bir karikatürle sonuçlandı. Faraday, Londra'daki 1851 Büyük Sergisi için sergilerin planlanmasına ve değerlendirilmesine yardımcı oldu. Ayrıca Ulusal Galeri'ye sanat koleksiyonunun temizlenmesi ve korunması konusunda tavsiyelerde bulundu ve 1857'de Ulusal Galeri Site Komisyonu'nda görev yaptı. Eğitim, Faraday'ın hizmet alanlarından bir diğeriydi; Konuyla ilgili olarak 1854'te Kraliyet Enstitüsünde ders verdi ve 1862'de Büyük Britanya'daki eğitimle ilgili görüşlerini vermek için Devlet Okulları Komisyonu'na çıktı. Faraday ayrıca halkın masa çevirme, büyücülük ve seanslara duyduğu hayranlığı olumsuz yönde etkiledi ve böylelikle hem halkı hem de ulusun eğitim sistemini düzeltti. Ödülleri Kraliyet Madalyası 1835 ve 1846Copley Madalyası 1832 ve 1838Rumford Madalyası 1846Albert Madalyası 1866 Hayatının son yılları Sekiz yıl boyunca aralıksız süren deneysel ve kuramsal çalışmaların sonunda 1839'da sağlığı bozulan Faraday bunu izleyen altı yıl boyunca üretici bir etkinlik gösteremedi. Araştırmalarına ancak 1845'te yeniden başlayabildi. 1855'ten sonra Faraday'ın zihinsel gücü azalmaya başladı. Ara sıra deneysel çalışmalar yaptığı oluyordu. Kraliçe Victoria bilime büyük katkılarını göz önüne alarak Faraday'a Hampton Court'ta bir ev bağışladı. Michael Faraday evi 25 Ağustos 1867'de ölmüştür.
- 0831 Güncelleme - 0831 Güney ve kuzey olmak üzere iki kutbu bulunan mıknatısın herhangi bir yerinden kırılmasında dahi; güney ve kuzey kutupları ile aynı etkiye sahip mıknatıslar tekrar elde edilebilmektedir. Peki mıknatıs nedir? Mıknatıs nasıl oluşur? İşte mıknatıs ve yapısı hakkında merak edilenler... Mıknatıs; demir, nikel, çelik tozu gibi tanecikleri çekmeye yarayan ve manyetik alan oluşturma özelliği bulunan cisimlerdir. Güney ve kuzey olmak üzere iki kutbu bulunan mıknatısın herhangi bir yerinden kırılmasında dahi; güney ve kuzey kutupları aynı etkiye sahip mıknatıslar tekrar elde edilebilmektedir. Mıknatıs Cezayir, İsviçre ve Ural dağlarında bazı göktaşı kalıntılarından ve dünyanın birçok yerinde doğal olarak dağınık bir şekilde bulunmaktadır. Doğal mıknatıslar kendiliğinden oluşmuş mıknatıslar olarak yer alır. Ancak bu doğal mıknatıslar dışında da su verilerek özel çelikten yapılmış olan yapay mıknatıslar da bulunmaktadır. Çelikler karbonun çözülmüş olduğu yaklaşık 800 santigrat derece üstünde durarak daha sonrasında elde edilmiş olan ostenitin için 260 santigrat bozulmayacak bir biçimde hızla soğutmaya bırakılır. Bu işlem sonrasında sıcaklık düşürüldüğünde yalnızca marstentin elde edilmesi sağlanır. Bu madde demir içinde bulunan demir karbon çözeltisi olarak adlandırılmaktadır. Söz konusu olan çelikler mıknatıs yapımında karbon ana maddesi olarak yer almaktadır. Mıknatıs yapımında kullanılması sağlanan en önemli maddelerden biri alnicodur. Alnico; nikel, çelik ve alüminyumdan oluşur. Platin kobalt alaşımları saat sanayisi içerisinde kullanılmaktadır. Kobalt ferrit veya baryum ferrit eski kullanılan çelik mıknatıslara göre daha fazla kullanılmaktadır. Bu tarz maddelerin otomobil uçak gibi alanlarda kullanılması sağlanan mıknatıslarda kauçuk ya da plastik eklenerek bükülgen mıknatıslar olması sağlanmaktadır. Mıknatısın özgül ağırlığı olarak 2,7gr/cm3 olarak ölçülmüştür. Çelik, nikel, demir gibi bazı metalleri çekebilmektedir ancak bakır ve alüminyum gibi metallerde etki sağlamaz. Mıknatıs çeşitleri Elektro mıknatıslar Sarmal şekil verilen bir telin ucuna gerilim uygulanmak suretiyle elde edilen basit mıknatıslardır. Sarmalın ortasında ferromanyetik bir cisim koymak suretiyle mıknatıslık özelliği yüzlerce kat artırılmasına imkan tanır. Elektromıknatıslar tel üzerinden akımın geçtiği sürece mıknatıslık özelliğini korumaktadır. Oluşmuş olan manyetik alanın kuzey kutbunun yönünde sağ el kuralı ile tespit edilmesi sağlanır. Elektromıknatıslar; parçacık hızlandırıcılar, elektrik motorları ve röleler gibi cihazlarda yüklü parçacıkların saptırılması veya elektrik enerjisinin hareket enerjisine çevrilmesi gibi amaçlar için kullanılmaktadır. Sabit mıknatıslar Kkobalt, demir, nikel gibi maddeler oda sıcaklığı içerisinde ferromanyetik özelliğe sahiptirler. Sabit mıknatıs taşı gibi doğada olarak yer alan maddeler olmasının yanı sıra Ayrıca yapay olarak da elde edilmiş mıknatıslar olabilmektedir. Yapay mıknatıslar genel olarak hoparlörler, elektrik motorları gibi elektrik enerjisini hareket enerjisine ve hareket enerjisini elektrik enerjisine çevirmek için kullanılan aletler de yer almaktadır. Mıknatısların manyetik etkilerini kaybetmesi için bazı yöntemler uygulanır. Genelde mıknatıs demir parçası veya başka bir mıknatıs ile çarpıştırılmak suretiyle manyetik özelliği azaltılır. Ayrıca yoğun olan manyetik alan içinde hareket ettirmek suretiyle manyetik özelliğini yitirir. Mıknatıs manyetik özelliğini kaybetmesi için geliştirilen bir yöntem de mıknatısların curie küri sıcaklıklarına göre ısıtıldıklarında demanyetize olması sağlanır. Mıknatısların kullanım alanları oldukça geniştir. Birçok alanda kullanımı sağlanan mıknatıslar kullanıldığı alana göre çeşitlilik taşımaktadır.
Mıknatıs neleri çekmez? MIKNATIS DEMİRİ ÇEKER TAHTAYI ÇEKMEZMıknatıslarda yükler düzgün sıralandığı için bir ucu eksi – , diğer ucu artı + olmasına rağmen mıknatıs her maddeyi bir maddeye sürttüğünüzde o madde mıknatıslık özelliği kazanıyorsa bu maddeye mıknatısın çektiği madde, sürttüğünüzde mıknatıs özelliği kazanmıyorsa o maddeye mıknatısın çekmediği madde denir. Sürtünme ile elektriklenmeyi hatırlayın. Manyetizma ile ilgili ilk bilgiler, Manisa ilimizin bulunduğu yörede, 600 yıllarında bulunan siyah bir taşın bazı cisimleri çekmesi ile ilgilidir. Siyah taşı andıran ve cisimleri çeken bu maddeye magnesia adı verilmiştir. Bugün kullanılan manyetik ve mıknatıs sözcükleri buradan gelmektedir. Mıknatıs taşı ya da manyetit adı verilen doğal mıknatıs, bir tür demir oksit bileşiğidir. Yeryüzünün bazı yerlerinde bu tür doğal mıknatıslar iğne, çivi, ataş, anahtar gibi cisimler mıknatıs tarafından çekilir. Kurşun, alüminyum tel, lastik, cam gibi maddeler ise mıknatıs tarafından mıknatıs taşının çektiği demir, nikel ve kobalt gibi maddelere manyetik maddeler denir. Bu maddeler doğal mıknatısa sürtüldüğünde ya da yakınına konulduğunda mıknatıs özelliği kazanır. Bir süre bu özelliği korurlar. Bu çeşit maddelere yapay mıknatıs adı maddeler mıknatısla etkileşmez ve mıknatıs özelliği kazanamaz. Bu tür maddelere manyetik olmayan maddeler denir. Alüminyum, gümüş, altın, cam ve kağıt gibi maddeler manyetik olmayan maddelere örnek olarak kısaca çeken maddeler dışındaki hiçbir şeyi çekmez diyebiliriz öyle değil mi? Başa dön tuşu
bir mıknatıs başka bir mıknatıs dışında hiçbir maddeye